Page 44 - Türk Dili ve Edebiyatı 12 | 4.Ünite
P. 44

4   ÜNİTE




                ortaya koyamadı. Bunun yerine iki tanığın ifadelerine dayanmakla yetindi, bu iki tanığın ifadeleriyse
                çapraz sorgulama sırasında ciddi şekilde kuşkulu hale geldiği gibi davalı tarafından da reddedildi. Dava-
                lı suçlu değildir ama bu salonda bir suçlu vardır.
                   Mahkemenin en baş tanıkları olan kişilere yalnızca acıyorum ama bu duygum bir adamın hayatını
                tehlikeye atan o kızı da kapsıyor çünkü o kendi suçundan kurtulmak için bunu yapıyor.
                   Buna suç diyorum, Baylar, çünkü o kızı güdüleyen şey suçtu. Aslında o kız suç işlemedi, yalnızca top-
                lumumuzun çok eskilere dayanan katı bir kuralını çiğnedi, bu kural öylesine katıdır ki, onu çiğneyen
                kişi aramızda yaşamayı hak etmeyen biri olarak toplum dışına atılır. O kız, acımasız yoksulluğun ve ce-
                haletin kurbanıdır ama ona acıyamam; o bir beyaz. İşlediği suçun büyüklüğünü çok iyi biliyordu ama
                arzusu, çiğnediği toplumsal kuraldan daha güçlü olduğu için çiğnemekte ısrar etti. Israr etti ve sonuç-
                taki tepkisi hepimizin hayatımızın şu ya da bu döneminden tanıdığımız bir tepkidir. Bu kız her çocuğun
                yaptığı şeyi yaptı; suçunun kanıtını gözlerden saklamaya çalıştı. Ama şu durumda o, çalınmış bir eşyayı
                saklamaya çalışan bir çocuk değil: Kurbanına saldırdı, ister istemez ondan kurtulması, o adamın orta-
                dan kalkması, bu dünyada yaşamaması gerekiyordu. Kız kendi suçunun kanıtını ortadan kaldırmalıydı.
                   İşlediği suçun kanıtı neydi? Kanıtı Tom Robinson’dı, bir insan. Kız ondan kurtulmak zorundaydı. Tom
                Robinson kızın yaptığı şeyi kıza her gün hatırlatan biriydi. Kız ne yapmıştı? Bir zenciyi baştan çıkarmıştı.
                   (…)
                   Babası olanları görmüştü, davalı da ifadesinde bunu doğruladı. Babası ne yaptı? Bilmiyoruz ama Ma-
                yelle Ewell’ın, neredeyse özellikle sol yumruğu ile daha iyi vuran biri tarafından fena halde dövüldüğü-
                nü gösteren ikinci dereceden kanıtlar var. Bay Ewell’ın ne yaptığını kısmen biliyoruz: Yüreğinde Tan-
                rı korkusu olan, doğru yoldan şaşmayan, saygın bir beyaz adam aynı koşullarda ne yaparsa onu yaptı;
                mahkemeye başvurdu ve hiç kuşkusuz ifadesinin altını sol eliyle imzaladı. Tom Robinson şu anda karşı-
                nızda oturuyor, sakat olmayan elini kaldırarak yemin etti, yani sol eliyle.
                   Ayrıca beyaz bir kadına üzülecek kadar iyi yürekli ve cesur bir insan, böylesine halim selim, saygın,
                alçak gönüllü bir zenci iki beyazın karşısında ifade vermek zorunda kaldı. O iki beyazın tanık kürsüsüne
                nasıl çıktıklarını, nasıl davrandıklarını size hatırlatmak gereği duymuyorum—kendi gözlerinizle gördü-
                nüz. Maycomb İlçesi şerifi dışında kalan mahkeme tanıkları, karşınıza, yani bu duruşmaya arsızca bir
                güvenle çıktılar: Kimse onların tanıklıklarından kuşku duymayacaktı, Siz Baylar onlar ne derse inana-
                caktınız çünkü onların varsayımına göre-o talihsiz varsayımına göre-bütün zenciler yalan söyler, bütün
                zenciler temelde ahlaksız yaratıklardır, kadınlarımızın yakın çevresinde hiçbir zenciye güven olmaz, in-
                sanların zihinlerinin çapını gösteren bir varsayım bu.
                   Bizler bunun başlı başına bir yalan, Baylar, Tom Robinson’ın derisi kadar kara bir yalan olduğunu bi-
                liyoruz, size göstermek zorunda olmadığım bir yalan. Gerçeği biliyorsunuz, gerçek şudur: Bazı zenci-
                ler yalan söyler, bazı zenciler ahlaksızdır, kadınlarımızın yakın çevresindeki bazı erkeklere güvenme-
                memiz gerekir-ister siyah olsun ister beyaz. Ama bu her türlü insan soyu için geçerlidir, belli bir insan
                soyu için değil. Bu mahkeme salonunda hayatında hiç yalan söylememiş ahlaksızca bir şey yapmamış
                kimse yoktur…”
                   Atticus durdu, cebinden mendilini çıkardı. Sonra gözlüklerini çıkardı, sildi; böylece bir ilke daha ta-
                nık olduk: Daha önce onun hiç terlediğini görmemiştik, bugüne dek hiç terlememiş yüzü şimdi terden
                parlıyordu.
                   “Sözlerime son vermeden önce bir şey daha eklemek istiyorum, Baylar: Thomas Jefferson bir keresin-
                de bütün insanların eşit yaratıldığını söylemişti, Kuzeyliler, Washington’daki yönetici takımının kadın
                üyeleri bu cümleyi bizlerin suratına savurmayı çok sever. Şu içinde yaşadığımız miladi 1935 yılında bazı
                insanlarda bu cümleyi bağlamı dışında, her türlü durum için kullanma eğilimi var. Düşünebildiğim en
                komik örnek, yaygın eğitim işlerini yürütenlerin aptal ve haylazları çalışkanlarla birlikte bir üst sınıfa
                geçirmeleridir-çünkü bütün insanlar eşit yaratılmıştır, eğitimciler size ciddi ciddi böyle der.
                   (…)
                   Bazıları ötekilere göre daha zekidir, bazı insanlar doğuştan kazanılmış daha fazla olanağa sahiptir,
                bazı insanlar ötekilere göre daha fazla para kazanır, bazı kadınlar başka kadınlara göre daha iyi kek
                yapar… bazı insanlar pek çok başka insanın normal kapsama alanı içine girmeyen yeteneklere sahiptir.
                   Ama bu ülkede insanlar ancak bir tek durumda eşit yaratılmış kişiler haline gelirler-bir yoksulu
                Rockefeller Ailesi’nin bir ferdiyle, bir budalayı Einstein ile, cahil bir kişiyi bir kolej müdürüyle eşit
                gören bir tek kurum vardır. Bu kurum da, Baylar, hukuk kurumudur. Birleşik Amerika’nın Yüksek






                 190
   39   40   41   42   43   44   45   46   47   48   49