Page 89 - ÜÇ BOYUTLU SANAT ATÖLYE 12
P. 89
2. Ünite
Büst Çalışmalarındaki Üslup ve Anlayış Farklılıkları
Uygarlıkların dünya görüşleri, aynı zamanda onların estetik görüşlerini de yansıtmaktadır. Mısır sanatının Yu-
nan sanatından farklı olması bu uygarlıkların toplumsal yapı olarak farklı olmasından kaynaklıdır. Hristiyan ve
İslam toplumlarına bakıldığında bu toplumların ayrı dünya görüşlerini yansıtan sanatsal üslupları o kültürün ta-
nınması açısından önemlidir. Çünkü sanat eserleri toplumsal yapıyı ve düşününü yansıttığı oranda, toplumların
kültürel gelişimi hakkında aydınlatıcı rol üstlenirler.
Tarihsel süreç incelendiğinde, her dönemin kendi sanat anlayışını yansıttığı görülür. Sanat anlayışlarındaki dö-
nemsel değişiklikler, o dönemin kültürel ve toplumsal yapısı kadar sanatçının kişilik özelliklerini de izleme imkânı
vermektedir.
Arkaik Dönem’de tarımsal kültüre geçişle birlikte sanatın din ya da devlet adamının emrinde olduğu görülmek-
tedir. Tanrı-kral olarak devlet yönetimi Eski Mısır’da, Mezopotamya’da, Hint’te, Çin’de, Avrupa gibi birçok uygarlık-
larda yönetim biçimi olarak benimsenmiştir. Bu yönetim biçimi, sanatı inanç sistemine hizmet eden aracı konu-
muna getirmiştir. Bu yüzden Arkaik Dönem sanatı içinde gelişen büst anlayışı da mimarlık ve resimde olduğu gibi
Tanrı-kral yönetim biçimine dayalı olarak, ölümden sonra yaşamı simgeleyen temsilî biçimler olarak gelişmiştir.
En eski uygarlıklardan beri yapılan büstler, sadece yapılan kişilerin fiziksel özelliklerini değil daha da önemlisi
güç ve statüyü tanımlamanın bir aracı olarak yapılmıştır.
Eski Mısır’da kralın portresinin kalıcılığı açısından, aşınmaz granite oyulması inanca bağlıdır. Yontulan taş ne
kadar sahibine benzerse ruhun sonsuza kadar yaşayabileceği düşüncesine inanmışlardır. Yani ruhun varlığını sür-
dürebilmesi için insan bedeninin ve dış görünümünün korunması gerektiğine inanmışlardır. Başlarda sadece kral
firavunlara yapılan büst ve heykeller daha sonraları sarayda yaşayan soyluları, önemli kişileri de kapsar olmuştur.
Mısır heykel sanatında geometrik düzen içerisinde doğal gerçekliği ayrıntılardan arındırarak yansıtma çabası gö-
rülürken figürler, güç sembolü olma özelliği nedeniyle abartılmıştır.
Yunan sanatında geometrik ve matematiksel ölçü birimleri bu dönemde sanatsal üslup olarak karşımıza çık-
maktadır. Yunan sanatının en önemli keşfi, derinliği bulmalarıdır. Form biçimlendirilirken ölçü, oran gibi kavram-
lar sayı yasalarına göre oluşturulmuştur. Bu dönem portre heykellerinde saçlar ve sakallardaki bukleler ve tarama
biçimi öğrenilmiş mantıklı bir biçimlendirmenin tekrarından ibarettir. Gözler seyredene bakmaz ve Primitif Dö-
nem’de olduğu gibi abartılı değildir. Baş formunda dudak, saç, sakal gibi uzuvlar için hemen her heykelde ortak
biçimler uygulanır. Yüzlerde hiçbir duygusal ifade görülmez. Kişiye özgü formlar değil ortak ideal biçimler her sa-
natçı tarafından uygulanmıştır. Eski Yunan’da portreler, tanrıları temsil ettiğinden kusursuz güzellik anlayışı ile
yapılmıştır.
Bu anlayış Helenistik Dönem’de kırılmıştır. Sanatçılar artık güçlü ve dramatik etkiler aramışlardır. Sanat artık
büyü ve dinle olan eski bağını büyük ölçüde yitirmiştir. Bu dönemde tanrılara olan saygı giderek önemini yitirmeye
başlamış sonuç olarak tapınaklar da eski gücünü kaybetmeye başlamıştır. Mimarlık da buna paralel olarak tapı-
nak-mezardan, saray-tapınak ya da saraya yönelmiştir. Krallıklar Avrupa’da gelişen sanat anlayışını da değişikliğe
uğratmıştır. Teknik yetkinlik ve usta işçilik önem kazanmış, ifadenin ve anlatımın çarpıcı bir şekilde teknik olarak
verilmesi karakter portreciliğinin gelişmesini sağlamıştır.
Romalılar da gerçeğe aynen benzeyen portreler yapmışlardır. ‘‘Ruhun ölümden sonra yaşamasının gerçeğe
benzer bir imgenin korunmasıyla sağlanabileceği inancıyla” portrelere dinsel bir yücelik kazandırmak amacıyla
gerçekçi portreler yapmışlardır. Sanatçılar bazen ölünün yüzünden çıkarttıkları kalıpları kullanmışlardır. Roma
heykel portreciliği siyasi yetkili kişilerin, askeri komutanların tanınabilir özelliklerinin gerçeklik ile ele alındığı bir
anlayış izlemiştir.
Klasik Dönem’e geçiş ile birlikte insan yüzünün ifadesi tanrısal niteliklere sahip, sembol özelliğinden çıkarak
daha natüralist, optik görüntünün idealize edildiği kişi portrelerine dönüşmeye başlamıştır. Klasik üsluplu insan
yüzünde, iç dünyanın dışa yansımaları görülür. Yüz, abartıdan uzak ve daha ince bir şekilde işlenmiştir. Hemen her
heykelde saç, sakal, dudak gibi uzuvlarda ortak biçimler uygulanır.
Klasik üslup döneminden sonra krallıklar büyümüş, imparatorluk hâlini almıştır. Sanatçılar saray soylularının
yanında sadece gücün simgesi olan kişileri değil halktan insanların da sıradan heykel portrelerini tasvir etmeye
başladıklarından kişilere özgü doğal güzelliği keşfetmişlerdir. Bu nedenle Barok Dönem’de Klasik Dönem’deki dur-
gun yüz ifadesi, yerini abartılı teatral yüzlere ve mimiklere bırakmıştır.
Doğuda Çin’de Budizm’in etkisi ile rahiplerin ve çilekeşlerin gerçeğe olağanüstü benzeyen heykel ve büstleri
yapılmıştır. “Ölümden sonra yaşam inancı” Mısır sanatında olduğu gibi Uzakdoğu sanatında da etkili bir inanç
sistemi olarak sanat anlayışını gerçekçi bir üslup olarak etkilemiştir. Ruhun ölümsüzlüğüne inanan Çin heykel sa-
natı Kuzey ve Doğu Orta Asya sanatının etkisinde natüralist bir gelişim göstermiştir. Göktürklerde ve Hunlarda
kullanılan balballar 6. yy. ve 13. yy. arasında Türk toplulukları tarafından inanç ritüeli olarak sembolize edilerek
kullanılmış büst formunda taş heykel örneklerdir. Balballar ölen kişiye ölümünden sonra hizmet etmesi amacı ile
mezar başlarına dikilen heykellerdir (Görsel 2.31).
86