Page 107 - Türk Dili ve Edebiyatı - 10 | Beceri Temelli
P. 107
Ortaöğretim Genel Müdürlüğü TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 10 50
2. ÜNİTE > Hikâye Kazanım A.2.4: Metindeki çatışmaları belirler.
Alan Becerileri: Okuma Becerisi Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
Etkinlik İsmi Hem Kel Hem Fodul! 25 dk.
Amacı Metindeki temel çatışmayı bulabilmek, bu çatışmaya götüren karşıtlıkları görüp ifade edebilmek. Bireysel
Yönerge Metni okuyunuz. Aşağıdaki soruları okuduğunuz metin çerçevesinde cevaplayınız.
(Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)
Aç Tavuk Kendini Buğday Ambarında Zanneder
Bilmem biliyor musunuz? İnsanlarda gerdanın uzunluğu, boyun uzunluğu ile bir gider. Bilmiyorsa-
nız bari size giyim kuşam bilimi üzerine de küçük bir ders vereyim: Denenmiştir ki boyu kısa olan
adamın çoğu zaman elleri uzun, gerdanı kısa ve başı büyük olur. Boyu uzun olanın da tam tersine,
elleri kısa, gerdanı uzun ve başı küçüktür. Şimdi bu kuralı anladınız ya! Siymâ Bey’in o boya göre ger-
danının ne kadar uzun ve başının ne kadar küçük olacağını da çıkarabilirsiniz. İmdi bir kere de bu
kadar uzun boylu bir adamın değnek gibi kuru olduğunu da düşünün!
(…)
İşte Siymâ Bey böyle bir adamdır. Zaten pek kabarık bir şey olmayan miras da suyunu çekmiş; (...)
potinlerin yüzünü, pantolonunun dizlerini, paltonun yenlerini, dirseklerini ve önlerini yamatmaya
kadar düşmüşse de o hâliyle gezip tozmaktan bir türlü kendini alamamış; hiçbir geziden arda kalma-
mayı sürdürmüştür.
İşte bu zat bir gün, gerekli hazırlıkları yapar. Yani zeytinyağı küpüne benzeyen fesini kızgın kalıba
çektirip potinlerini boyatır. Ne durumda olduğu yukarıda anlatılan pantolon, palto ve yine bunlar
kadar yıpranmış olan yelek üzerine nasılsa bulup buluşturup yeni ve sakız gibi bir frenk gömleği
giyer. Ne çare ki gömlek fabrikalarında Siymâ Bey’in ölçüsüne gömlek yapılmadığı için yaka ile kollar
o canım gerdan ile bileklere pek geniş geldiğinden boyun bağını sıkı bağlayarak yakayı büzer müzer
güya. Yoluna koyar ise de bileklere bir çare bulamayıp onları olduğu gibi bırakır; kalkar Kâğıthane’ye
gider. Ama nasıl gider? Kayıkla ya da araba ile mi? Yok canım. Gerçi bakır cinsinden üç buçuk kuruş
edinebilmiş ise de bunu akşam dönerken halka gösteriş yapmak için bir dolmuş kayığa binmek için
cebinde saklamış ve sabah erken kalkıp yaya olarak giderse kimseye rastlamayacağından bu düşünce
ile yürüyerek gitmiştir.
Bilirsiniz ya? Hâli böyle olanlar dünyada hiçbir şeyi beğenmezler. Bu da onlardandır. Diyelim ki
Kâğıthane’de kurabiyeci âlâ acıbadem kurabiyesi satıyor; bademi acı olduğu için ona kusur bulur.
Ötekisi lokum şekeri satıyor. Bunda da şekerin susatacağından dem vurur. Susamaya karşı limonata
varsa da halis limonla yapılmış olduğuna inanmaz; herif gözünün önünde yapmış olsa bile “limon
tuzudur” veya “şaptır” demekten kendini alamaz ki içsin.
Açlığından yüreği bayılırsa da susamlı simidin sindirilmesinin güç olması, francala peynirinin pek
yavan bulunması, gezi yerinde yapılan kebap ve köfte gibi şeylerin temiz ve yenecek şeyler olmaması
yüzünden midesi hiçbirini kaldırmaz. Ayakta dolaşmaktan dizlerinin bağı çözülürse de kuru hasır
üstünde, toz toprak içinde oturulmaz ki otursun! O gezi yerlerinin hasır iskemleleri de üzerinde rahat
edilir şeyler değildir ki beyefendimiz kirasının çok olduğuna bakmasın da bir tanesini edinsin!..
Kısacası. Siymâ Bey bu hâl ile aşağı yukarı gezer, önünden geçen arabaya bıyık burar, göz kırpar
dururken yine kendi hâl ve şanından, ama hâl ve şanının ne idiğünü bilir, haddini aşmazken Salih
Bey adında bir dostuyla karşılaştı. Bu karşılaşmadan beyimiz pek sevindi, sanki her şey tastamam-
mış. Hiçbir eksiği yokmuş da yalnız alafranga kol kola verip gezmek için bir arkadaşı eksikmiş gibi,
bir de arkadaş bulduğundan nasıl sevineceğini kendi de bilemedi.
Selâm, kelâm ve hoşbeşten sonra kol kola verdiler. Arabaların etrafında dolaşmaya başladılar. Salih
Bey biçaresi hangi arabada kimi görse beğenir. “Aaaa gönül buna da razıdır” diye iç çekerdi. Gelgele-
lim Siymâ Bey’e güzel beğendirmek ne mümkün!
(…)
105