Page 13 - Türk Dili ve Edebiyatı - 10 | Beceri Temelli
P. 13

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü                         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 10            3

             1.ÜNİTE > Giriş  Kazanım A.4.2: Metnin türünün ortaya çıkışı ve tarihsel dönemle ilişkisini belirler.
             Alan Becerileri: Okuma Becerisi  Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
             Etkinlik İsmi                    Halk Hikâyesinden Romana                           20 dk.
             Amacı     Metin türünün ortaya çıkmasında toplumsal değişimlerin ve etkileşimlerin etkilerini kavrayabilmek.  Bireysel


              Yönerge  Aşağıdaki metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız.
                     (Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)


                                        Türk Romanı ve Batılılaşma Sorunsalı
              Biliyoruz ki bizde roman, Batı’da olduğu gibi feodaliteden kapitalizme geçiş döneminde burjuva sını-
              fının doğuşu ve bireyciliğin gelişimi sırasında tarihsel, toplumsal ve ekonomik koşulların etkisi altın-
              da yavaş yavaş gelişen bir anlatı türü olarak çıkmadı ortaya. Batı romanından çeviriler ve taklitlerle
              başladı; yani Batılılaşmanın bir parçası olarak, Şemsettin Sami, Namık Kemal, Ahmet Mithat gibi,
              romanı ilk deneyen yazarlarımızın edebiyat ve roman ile ilgili yazılarını okuyacak olursak görürüz
              ki Avrupa edebiyatını ve romanını ileri bir uygarlığın işareti, kendi edebiyatımızı ve özellikle anlatı
              türündeki yapıtlarımızı da geriliğin bir işareti sayarlar. Batı uygarlığını yalnızca sanayi ve teknikte
              bir ilerleme olarak görmüyor, ‘maarif’i ve edebiyatı ile bir bütün olduğuna inanıyorlardı. Şemsettin
              Sami “Şiir ve Edebiyattaki Teceddüt-i Ahirimiz” adlı yazısının bir yerinde, Avrupa dillerini bilenle-
              rin, “Shakespeare’in (Şekspir), Moliere’in (Molyer), Racine’in (Rasin), Schiller’in (Şilır), Goethe’nin
              (Göte),  Alferi’nin  (Alferi)  manzumelerini  okuduktan  sonra,  leyleklerin  Mecnun’un  başında  yuva
              yapmasından, Leylâ’nın ay ile mükâlemesinden, Ferhad’ın dağları yarmasından bahseden kaba ve
              çocukça hikâyeleri” yazmaya tenezzül edemeyeceğini söyler ve az aşağıda ekler: Bugün,
              “Mecnun’un etrafında toplanmış kurt ile kuzu, arslan ile ceylan gibi muhtelif hayvanların ortasında
              oturup onlarla lakırdı ettiğini veya Leylâ’nın mumla konuştuğunu bir ufak çocuk bile severek ve beğe-
              nerek okuyamaz.”
              Görülüyor ki Şemsettin Sami böyle inanılmayacak şeyler anlatan yapıtlarımızı kaba ve çocukça bul-
              duğu için uygar ve aydın kişilerin okumayacağı kanısında.
              Namık Kemal de Mukaddime-i Celâl’de, anlatı türündeki eski yapıtlarımıza aynı nedenden ötürü
              saldırır. Gerçi İbret-nümâ gibi, Muhayyelat gibi, Aslı ile Kerem, Ferhad ile Şirin gibi birtakım hikâ-
              yelerimiz olduğunu kabul eder ama bunları romandan farklı ve aşağı bulur, çünkü roman gerçek bir
              olayı değilse de olabilecek bir olayı anlatır.

              “Halbuki, bizim hikâyeler tılsım ile define bulmak, bir yerde denize batıp müellifin (yazarın) hokka-
              sından çıkmak, âh ile yanmak, külüng (taşçı kazması) ile dağ yarmak gibi, bütün bütün tabiat ve ha-
              kikatin haricinde birer mevzu’amüstenid (dayandırılmış) (…) olduğu için roman değil kocakarı masalı
              nev’indendir. Hüsn ü Aşk ve Leylâ ile Mecnun kabilinden olan manzumeler de gerek mevzularına gerek
              suret-i tahrirlerine nazaran (yanlış tarzlarına gere) birer tasavvuf risâlesidir.”
              Namık Kemal bizim hikâyelerimizi uygar çağa layık görmez; buna karşılık Avrupa’da Walter (Voltır)
              Scott (Sıkod), Charles Dickens (Çarls Dikıns), Victor Hugo (Viktor Hügo) ve Alexandre Dumas
              (Alekzandır Duma) gibi yazarların yapıtlarını “şu asr-ı medeniyete medâr-ı mübâhât” (övünme ne-
              deni) olacak değerde bulur.

              Ahmet Mithat’ın da Avrupa romanına ne kadar hayran olduğunu biliyoruz. Demek oluyor ki bu
              yazarlarımıza göre eski hikâye türünden romana geçiş; hayalcilikten akılcılığa, çocukluktan olgun-
              luğa, kısacası ilkellikten uygarlığa geçişti. Batı’dan uygarlaşmanın bir gereği olarak aldığımız bu ro-
              man türü, daha sonra göreceğimiz gibi, aynı zamanda bizi uygarlığa götürecek araçlardan biri olarak
              kullanılacaktır.

                                                              Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış-I




                                                                                                    11
   8   9   10   11   12   13   14   15   16   17   18