Page 133 - Türk Dili ve Edebiyatı - 10 | Beceri Temelli
P. 133
Ortaöğretim Genel Müdürlüğü TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 10 61
2. ÜNİTE > Hikâye Kazanım A.2.7: Metindeki zaman ve mekânın özelliklerini belirler.
Alan Becerileri: Okuma Becerisi Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
Etkinlik İsmi Bir Zamanlar Anadolu 25 dk.
Amacı Öyküleyici metinlerde kahramanların ruh hâli ile zaman ve mekân arasındaki ilişkiyi, olayların gelişiminde Bireysel
zaman ve mekânın işlevini vb. belirlemek. Metnin kurgu zamanı ile -varsa- içeriğin bir tarihsel zamanla
ilişkisine değinmek.
Yönerge Metni okuyunuz. Aşağıdaki soruları okuduğunuz metin çerçevesinde cevaplayınız.
(Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)
Boz Eşek
(…)
Burası, en yakın kasabaya iki gün uzakta, Anadolu’nun çıplak, yolsuz, viran bir köyü idi. Bir vilâyet-
ten diğerine geçen arabasız yolcular, bazan, havalar çok kurak gidip Kızılırmak geçit verirse, şoseyi
bırakırlar ve kestirmeden bu köye uğrıyarak iki gün yol kazanırlardı. İşte, senede bu vesile ile beş on
kişi, beş on fakir, böyle hüzünlü bir saatte yorgun argın gelir, kapılarını vururdu. O zaman muhtar
Hüsmen köylülerden ikram kimin sırası ise ona haber gönderir, kendisi de, ocağında, yaz kış, sön-
memecesine çıra kütükleri alevlenen misafir odasına yolcuyu yerleştirirdi.
(…)
Hasta sakinleşmişti. “Göğüs, diyordu. Böyle, ikide bir tutar.”
Köylülerden biri ocağın çengeline bir bakraç asmıştı. Çıraların alevi vurmuş, içindeki bir sabun
köpüğü gibi rengârenk kabarıyordu. İndirdiler; ihtiyara bir tas verdiler. Üfüre üfüre zevkle içiyordu.
Süt henüz bitmişti ki, inatçı bir hıçkırık tuttu. Bütün vücudunu sarsıyordu. O, her sarsıntıda bir
“Elhamdülillâh” diyordu.
(…)
Hıçkırık kesilmiyor, bilâkis sıklaşıyor, sertleşiyordu. Hasta bir aralık eller ile “Gelin, yaklaşın!” diye
işaretler etti. Hüsmen önde, diğer ihtiyarlar arkada etrafını aldılar. Gençler, merak içinde, fakat yak-
laşmıya cesaret edemiyerek kapıda duruyorlardı; galiba yolcu zorlukla bir iş anlatıyordu. Belki de
vasiyet ediyordu. Hüsmenin ikide birde “Merak etme, gönlünü ferah tut, biz bakarız” dediğini duyu-
yorlardı. Birden ihtiyarlar yere, mindere eğildiler. Sonra sessiz kalktılar.
Hüsmen: “Hakka kavuştu!” diye mırıldandı. Ocakta kütüklerden biri çarpıldı, keskin bir aydınlıkla
ölünün yüzünü parlattı, söndü. Dışarıda bir inek uzun uzun böğürüyordu.
Yolcu, son arzusunu anlatmıya vakit bulmuştu. Kemerinden dizili sekiz altın ile altındaki boz mer-
kebi Hicaz’a vakfediyordu.
(…)
Mezarlıktan dönen köylüler, ellerinde kalan bu liralarla merkebi ne yapacaklarını, bu emri nasıl yerine
getireceklerini kestiremiyorlar, asmanın altında birleşip söyleşiyorlardı. Nihayet, bir defa kazaya varıp
hâkimden danışmıya karar verdiler. Hafta içinde Hüsmen merkebi yanına alıp yola çıkacaktı.
(…)
Bu, ne uzun, ne can sıkıcı bir yoldu. Durgun sulardan fışkırmış pirinç başaklar ile arklar boyunca
giden kamışların yeşilliği yamaçlar ardında görünmez olunca kurak düz bir toprak, iki gün hiçbir
köye, hiçbir değirmene, hattâ iki cılız söğüdün gölgelediği bir su başına bile uğramadan, ıssız, kavruk,
devam edip gidiyordu. Sonra dik kayalı bir yokuş, korkunç bir boğaz aşılıyor, tepesine yaklaştıkça
serin bir rüzgârla beraber lâtif bir manzara başlıyordu.
(…)
Minimini kasabanın balkonlu, kuleli gazinoya benziyen kocaman bir konağı vardı. Lâkin ikmal edi-
lememişti. Sıvanamıyan kerpiç duvarlar yer yer açılmış, kumrulara yuva olmuştu. Üst kat penceresiz,
sıvasız, tahta örtülerle bekleniyordu. Kenarda battal bir kireç ocağı biraz ötesinde amelenin çalıştığı
zamandan kalma bir sundurma, el’an öyle, hal ile duruyordu. Bina çoktan haraplaşmıştı.
131