Page 137 - Türk Dili ve Edebiyatı - 10 | Beceri Temelli
P. 137

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü                         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 10             63

             2. ÜNİTE > Hikâye  Kazanım A.2.8: Metinde anlatıcı ve bakış açısının işlevini belirler.
             Alan Becerileri: Okuma Becerisi  Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi

             Etkinlik İsmi                    Asırlık Çınarlara Bakarken                             25 dk.
             Amacı      Metinlerde anlatıcının özellikleri ile hâkim, kahraman ve gözlemci bakış açılarından hangisinin kullanıldığı-            Bireysel
                        nı belirleyebilmek. Seçilen bakış açısının anlatımı nasıl etkilediğini ve anlatıcıyı değerlendirebilmek.
              Yönerge  Metni okuyunuz. Soruları metne göre cevaplayınız.
                     (Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)
                                             İki Yüz Elli Kuruşa Bir Asır
              Dünyayı süsleyen ve cana can katan bahar, her yerden çok Çamlıca Tepesi’nin eteklerini baştan başa
              çiçeklerle donatır. Çamlıca ise kayıtsız ve sevdalı bir halde bıraktığı uzun etekleriyle o mevsimde her
              tarafa güzel kokular, çiçekler saçar. Bu etek dolusu çiçekler Çamlıca’nın o gökyüzüne yakın mevkiinin
              yeryüzüne bahar hediyesidir.
              (…)
              Şu gerçeği itiraf etmeliyiz ki bizler çoğunlukla en uzak bir yerde bulunan bir ailenin özel hayatını bil-
              diğimiz halde oturduğumuz yerin bir saat ötesini bilmeyiz.
              Gerçek! İnsan Çamlıca Tepesi’nin o eteklerinde etrafa göz gezdirdiği zaman Boğaziçi’nin iki tara-
              fındaki yeşil sahilleri dolaşarak akıp giden suları, en sevdalı heyecanlardan,  en gizli düşüncelerden,
              en sessiz rüzgârlardan, en hassas bulutlardan, en hafif renklerden, en büyük âlemlere kadar kâinatın
              semada bulunan bütün güzelliklerini gösterir.
              (…)
              Bir gece birkaç arkadaşımla beraber o korunun girişinden geçiyorduk. Gece gayet parlak bir mehtapla
              aydınlanmıştı. Ayın ışığı karşı taraftaki ufuklarda, o saatte derin bir uykuya dalmış gibi görünen ve
              tülden yorgan gibi gayet hafif ve şeffaf bir sis ile örtülü olan İstanbul’u gösteriyor,  suların üzerinde çır-
              pınıyor, engin ufuklarda aşktan yorgun düşmüş bir halde semanın mavi gözlerini öpüyor, kuşlarla cil-
              veleşiyor, ağaçların hafif bir rüzgârla kıpırdayan yapraklarından koruluğa damlıyordu. O esnada etra-
              fımızda bir ses işittik. Bu ses bir asrın geçtiği yoldan uzaklaşıp gidiyordu. Dikkat kesilerek dinledik:
                     Gönlümü dûçar eden bu hâle hep
                     Kara kaşlım kara gözlümdü sebep
                     Ettiğim âh u figâna rûz u şeb
                     Kara kaşlım kara gözlümdür sebep
              Hemen her taraftan gizli gizli sevdalar tutuşturan bu nurani gecenin sükûn ve sükûneti  içinden
              çıkıp gelen bu ses, yanımda bulunan gençlerden bir ikisine hayli dokunmuş olmalı ki hemen atılarak,
              “Nereye gidiyorsun? Biraz buraya gelmez misin ?” diye bağırdılar. Hemen yanımıza geldi. Kara kaş-
              lardan kara gözlerden feryat figan eden bu adam ak saçlı, ak sakallı bir ihtiyardı. (…)
              O sırada memleketimden üç seneliğine uzaklaştım. Londra’da bulunduğum o senelerde, bazen bu
              medeniyet mahşerin gürültüsünden yorgun düşerek otuz beş  saatten beri sönmeyen lambanın
              hüzünlü ışığı altında sabahı özleyen bir kör gibi, o nurani Çamlıca’yı, o yeşil korumu düşünürdüm.
              Uzun bir müddet ayrı kaldıktan sonra yine Çamlıca’ya döndüm. O günlerde hangi bahçenin içinden,
              hangi araziden geçsem, her tarafta yakıp yok eden dehşetli bir balta sesi ile bir takım ağaçların yürek
              paralayan acı acı feryatlarla yere yıkıldığını görüyordum. Tabiat güzellikleri arasında otaklı en dam-
              ları ile öne çıkarak, kanatlılar âleminin kâinata karşı ettikleri feryâda gökten zemine dökülen ilahi
              ahenge konak olan ağaçları o sene katlediyorlardı. Bu yıkım feryatları arasından mahzun mahzun
              geçerek her yerde hayalimi süsleyen koruya doğru yaklaştım. Ne göreyim? O güzel koru her türlü
              hüzün ve el emeği ile bir çöle dönmüş. Zaman zaman esen bir rüzgârın kaldırdığı keder verici tozlar,
              içinden zararlı böcekler yan toprak renginde bir bulut  şeklini almıştı.
              Ne bir ağaç! Ne bir kuş! Şurada burada kalıp kurumuş bazı ağaç kökleriyle orası bir Afrika mezarlığına dön-
              müştü. Temmuzun o her şeyi solduran,  her şeyi çürüten yakıcı güneşi, yolun kenarında kalmış bazı çalıları,
              yangından çıkan yeşillik gibi yakmış, ötede beride biriken yağmur sularıysa kurtlandığı için kokuşmuştu.
              Yoldan yürümeye başladım. Güneşin zemine dokunan yakıcı bir ışık huzmesinin içinde sonsuz bir sürat,
              yorulmak bilmez bir hareketle yukarıya aşağıya çıkıp inen bin türlü sinek ağza, gözlere giriyordu. Başı-
              mın üzerinde kaynayan bu güneş de her tarafı kavuruyor, ayağımın altından ise kertenkeleler kaçışıyordu.


                                                                                                   135
   132   133   134   135   136   137   138   139   140   141   142