Page 139 - Türk Dili ve Edebiyatı - 10 | Beceri Temelli
P. 139

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü                         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 10             64

             2. ÜNİTE > Hikâye  Kazanım A.2.8: Metinde anlatıcı ve bakış açısının işlevini belirler.
             Alan Becerileri: Okuma Becerisi  Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi

             Etkinlik İsmi                        Yazar Biz Olalım                                   25 dk.
             Amacı      Metindeki anlatıcı ve bakış açısının olay üzerindeki etkisini anlayabilmek.            Bireysel

              Yönerge  Aşağıdaki metni okuyunuz. Soruları metne göre cevaplayınız.
                     (Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)

                                                   Garip Bir Hediye
              Çarşıdaki kuyumcu dükkânları önünde Feridun iki saattir dolaşıyor, hiçbirine girmeye cesaret ede-
              miyordu. Satacağı bir şeyi kalmamıştı; yalnız cebinde bir tıraş fırçası vardı ki onun bir değeri olup
              olmadığını sormak istiyordu. Velev ki fildişi saplı, nakışlı, işlemeli de olsun, bir tıraş fırçasının kıy-
              meti ne olabilirdi? Bunu sormaktan utanıyordu… Hem sade utanmak değil, biraz da korkuyordu,
              muhakkak ki beş para etmeyecekti: Ona vaktiyle bunu hediye eden Yahudi “Değerlidir, kadrini bil,
              sakın atma, zamanında işine yarar!” dediği zaman muhakkak eğlenmişti; bu bir azizlikti. Şimdi ona
              güvenerek nasıl soracaktı?

              (…)
              Cebinden fırçayı bir kere daha çıkardı, baktı: Alelade, herkesteki gibi, beş, on kuruşluk bir maldı,
              buna bir kıymet verebilmek için insan ya mecnun olmalı, yahut kendisi gibi artık, açlık ve sefalet
              içinde şuurunu yarı kaybedip hayalata kapılmış bulunmalıydı… Dönmeye karar verdi, sonra vaz-
              geçti, büyük mağazalara giremeyeceğini anlayarak camekânında sekiz on gümüş halka, birkaç kâse
              Yemen taşı duran ufacık bir dükkânın kapısını itti; bir çıngırak öttü, içeride, mavi ışıklı bir ispirto
              lambasının üzerine eğilmiş yandan gözlüklü, keten önlüklü, kart, kırçıl bir kuyumcu, loşluğa gömülü,
              işiyle meşguldü. Gözlerini kaldırıp gelen adamı süzdü, sonra, isteksiz, hatta biraz da ürkekçe: “Nedir,
              ne istersin?” diye sordu. Feridun fırçayı uzattı: “Vaktiyle birisi hediye etmişti,” dedi, “kıymetli oldu-
              ğunu söylemişti, acaba hakikaten bir değeri var mı? Bakar mısınız?”
              Öbürü merakla eline aldı, evirdi, çevirdi, salladı, tırnağıyla kazıdı, sonra geri verdi:
              “Beş para etmez, mezat malında eşi çok!” dedi.
              (…)

              Yolculardan kıyafetsiz bir ihtiyar Yahudi, güvertede dünyadan habersiz, hırs ve heyecan içinde eşya-
              larını istif etmekle meşgul iken vincin altına girmiş ve tam o sırada demir kancadan kurtulan bir iri
              denk olanca ağırlığıyla herifin başına inerken o, emsalsiz bir çeviklikle hemen fırlamış, kucaklayınca
              Yahudi’yi ölümden kurtarmıştı… Fakat yük Feridun’un tam omzunun yanından askeri kaputunu yır-
              tarak geçmişti. Kendine gelen Yahudi eşyalarının arasından bir kocaman kutu açmış, sıra sıra dizilmiş
              tıraş fırçalarından bir tanesini ayırmış ve ona uzatarak: “Değerlidir, kadrini bil, sakın atma, zama-
              nında işine yarar;” demişti.
              (…)
              Kıllarından yakalayıp pencereden uzattı; aşağıda kale duvarlarına yakın bir iri yalak taşı vardı; orta-
              sını nişanladı, parmağını sokmuş bir akrebi silker gibi hızla attı ve görmek için dikkat kesilip baktı.
              Fırçanın kemik sapı sert bir ses çıkardı. Sonra büsbütün çökmüş, koyulaşmış olan karanlığın içinde
              yan yana iki göz, iki nokta parladı. Feridun bunlara, bu maviye yakın bir renkle ışıldayan şeylere
              uzaktan bir müddet taaccüple baktı, sonra birden yüreğini akıl almaz bir ümidin kapan gibi sıktı-
              ğını duydu; merdivenleri dörder dörder atlayarak aşağıya koştu, sokağa fırladı, eğildi, göğün belli-
              siz aydınlığını yüreklerinde toplayarak süprüntüler içinde hâlâ pırıl pırıl yanan bu iki ufak şeyi, iki
              küçük taş parçasını ellerine aldı, gene koşarak içeriye döndü.
              İdare lâmbasının ölgün ışığına tutup baktığı zaman bunların birer elmas parçası olduğunu anlamıştı.
              (…)
                                                                     Refik Halid KARAY, Memleket Hikâyeleri



                                                                                                   137
   134   135   136   137   138   139   140   141   142   143   144