Page 155 - Türk Dili ve Edebiyatı - 10 | Beceri Temelli
P. 155
Ortaöğretim Genel Müdürlüğü TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 10 72
2. ÜNİTE > Hikâye Kazanım A.2.11: Metinde millî, manevi ve evrensel değerler ile sosyal, siyasi, tarihî ve mitolojik ögeleri belirler.
Alan Becerileri: Okuma Becerisi Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
Etkinlik İsmi Vatan Sevgisi 25 dk.
Amacı Metinde yer alan millî duyguları belirleyebilmek. Bireysel
Yönerge Metni okuyunuz. Aşağıdaki soruları okuduğunuz metin çerçevesinde cevaplayınız.
(Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)
Küçük Zabit
Henüz yirmi iki yaşında, fakat gören on altısında bir çocuk sanır. Kat kat kundaklar içinde süt emmiş,
camekanlarda yetişen narin nebatat gibi, kapalı odalarda, yumuşak halılar üstünde koşup hoplamış,
altı yaşına kadar ana, dadı, taya kucağından hiç inmemiş, ilk tahsilini evinde hususi olarak yapmış,
birkaç sene Galatasaray Sultanisi’ne nehari devam etmiş ve günün birinde, Mekteb-i Hukuk’a gir-
mekle Fransa’da ikmâl-i tahsile gitmek arasında müteredditken ve hatır ve hayâlinde, askerlik nedir,
zabit olmak, harbe gitmek nasıl şeydir? Nasıl silah atılır? Bir göğse süngü nasıl batırılır? Bir gülleye,
bir kurşun yağmuruna karşı nasıl durulur? Bütün bunlara dair hatır ve hayalinde hiçbir şey yokken,
günün birinde, kendi de pekiyi farkına varmayarak asker olmuş, kılıç takmış, cılız, sarışın bir şehir
çocuğu, kibar nazlı bir İstanbul çocuğu, az çok ateşli, fakat berrak ve masum gözlerle, bize, ihtiyar ve
mütekait bir eski kumandan gibi harbe ve askerlik hayatına dair intibalarını, müşahade ve hâtırala-
rını naklediyor:
– Neden saklayayım? diyor, doğrusu askerlik hayatının ilk aylarında epeyce sıkıntı, zahmet ve ıstırap
çektim. Hele ilk haftalarda öyle sandım ki harbe girmeden evvel öleceğim.
(…)
İşte günün birinde vehleten bu hayattan, bu itiyatlardan, bu hazlardan, bu hulyalardan ayrılıvermek,
(...) bir karavana içine düşüvermek ve zarif bir arkadaşın nüktelerinden, kahkahalarından, sert sesli
bir zabitin “bir, iki”lerine, “hazır ol”larına, “marş, marş”larına geçivermek, bu bana felâketlerin en
büyüğü gibi geldi idi. İlk günler başına topuz yemiş bir adam gibi feci bir sersemlik içinde kaldım;
sonra meraretli, elemli bir teslimiyet devresi geldi; uzun bir müddet, askerliğimden evvelki benliği-
min acı acı matemini tuttum; sanki o bir başkasıydı; çok sevdiğim, bana çok yakın biri idi ve öldü…
ve hakikatte de öyle oldu, (...) o genç, o sözde rahat, huzur içinde sırıtan ve Fransız arkadaşiyle müte-
bessim nükteli sohbetlere dalan genç öldü, o artık ben değilim. Fakat ne iyi etti de öldü, ne iyi oldu
da “o” artık “ben” değildir.
(…)
Harbe nasıl girdim? Nasıl döğüştüm? Bunu bana sormayınız… bunu, bilirse benim benliğime, benim
irademe hâkim olan o esrarengiz kuvvet, o esrarengiz varlık bilir. Gelibolu yarımadasına vasıl oluş,
ilk tayyarelerden tesettür sesi, semanın ötesinde berisinde kapanıp açılan ateşler, ilk tarakalar, ilk sar-
sıntılar, sıçan yollarından geçiş, siperde ilk geceyi geçiriş, bütün bunlar bana bir rüyanın müphem
hâtıraları gibi geliyor.
(…)
Muvasalatımızın haftasındaydı, sanıyorum, yüzbaşımızdan bir gece baskını için emir aldık. İşte efen-
dim, ben olduysam, bu gece baskınında oldum. Zannedersem tabiatta, tabiatın zihayat kısmında
vuku bulan hadiselerin en mühim ve en esaslısı, hilkat ve kıyamet kadar mühim ve esaslısı “doğmak”
ile “ölmek”tir. Bir ferdin hayatında doğduğu günle öldüğü günden daha mühim nasıl bir vaka olabilir.
Halbuki o gece baskınında düçar olduğum hâlet, sizi temin ederim, benim için doğup ölmekten daha
mühim bir şeydi. İnsan dünyaya ilk gözlerini açtığı an ile son nefesini verdiği âna dair bir teessür
duyabilir mi? Ben işte buna benzer bir şey hissettim. O zamandan beri... neyse, size vakayı anlatayım:
(…)
Üzerine düşeceğimiz düşman siperine beş on adım kaldı; ta yukarıdan bir tayyare geçiyor, bende
garip bir sarhoşluk var, gülmek, haykırmak, ağlamak istiyorum; yaklaştık, yaklaştık… nah şuradalar,
153