Page 257 - Türk Dili ve Edebiyatı - 10 | Beceri Temelli
P. 257

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü                         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 10          125

             4. ÜNİTE > Destan/Efsane          Kazanım A.2.1: Metinde geçen kelime ve kelime gruplarının anlamlarını tespit eder.
             Alan Becerileri: Okuma Becerisi  Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
             Etkinlik İsmi              Metinde Geçen Kelime ve Kelime Grupları                  30 dk.

             Amacı     Bilinmeyen kelime ve kelime gruplarının anlamlarını metindeki bağlamından hareketle tespit edebilmek.  Bireysel
             Gerekli Materyaller: TDK Türkçe Sözlük, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü

              Yönerge  Aşağıdaki metni okuyunuz. Metinden hareketle soruları cevaplayınız.
                     (Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)
                                                        Göç Destanı

             Uygur ülkesinde, Tuğla ve Selenge ırmaklarının birleştiği yerde Kumlançu denilen bir tepe vardır. Adına Hulin
             Dağı derlerdi.
             Hulin Dağı’nda da birbirine çok yakın iki ağaç büyümüştü. Biri kayın ağacıydı. Bir gece kayın ağacının arasında
             yaşayan halk, bu ışığı gördü ve ürpererek takip etti. Kutsal bir ışıktı, kayın ağacının üstünde kaldığı müddetçe
             kayın ağacının gövdesi büyüdükçe büyüdü, kabardı. Oradan çok güzel türküler gelmeğe başladı. Gece oldu mu
             ağacın otuz adım ötesinden bütün çevre ışıklar içinde kalıyordu.
             Bir gün ağacın gövdesi ansızın yarıldı. İçinden beş küçük çadır, beş küçük odacık hâlinde meydana çıktı. Her
             odacığın içinde bir çocuk vardı. Çocukların ağızlarının üstünde asılı birer emzik vardı ve bu mukaddes çocuklara
             halk ve halkın ileri gelenleri çok büyük saygı gösterdiler.
             Çocukların en küçüğünün adı Sungur Tekin, ondan sonrakinin adı Kutur Tigin, üçüncüsününki Türek Tekin,
             dördüncüsünün Us Tekin ve beşincisinin adı Bögü Tekin’di. Beş çocuğun beşinin de Tanrı tarafından gönderil-
             diğine inanan halk, içlerinden birini hakan yapmak istedi. Bögü Han en büyükleri idi hem de ötekilerden daha
             güzel, daha zeki ve daha yiğit görünüyordu. Bögü Tekin’in hepsinden, her hususta üstün olduğunu anlayan halk
             onu hakan olarak seçtiler. Büyük bir törenle Bögü Han’ı tahta oturttular.
             Böylece yıllar yılı kovalamış ve bir gün gelmiş Uygurlara bir başkası hakan olmuş. Bu hakanın da Galı Tekin
             adında bir oğlu varmış. Hakan, oğlu Galı Tekin’e Çin prenseslerinden birini, Kiu-Lien’i, almağı uygun görmüş.
             Evlendikten sonra Prenses Kiu-Lien, sarayını Hatun Dağı’nda kurdu. Hatun Dağı’nın çevre yanı da dağlıktı ve
             bu dağlardan birinin adı da Tanrı Dağı’ydı. Tanrı Dağı’nın güneyinde de “Kutlu Dağ” derler bir başka dağ vardı,
             kocaman bir kaya parçası.
             Bir gün elçileri, falcılarıyla birlikte Kiu-Lien’in sarayına geldiler. Kendi aralarında konuşup dediler ki:
             — Hatun Dağı’nın varı yoğu, bütün bahtiyarlığı Kutlu Dağ denilen bu kaya parçasına bağlıdır. Türkleri zayıflatıp
             yıkmak istiyorsak bu kayayı onların elinden almalıyız.
             Bu konuşmadan sonra varılan karar üzerine Çinliler, Kui-Lien’e karşılık olarak o kayanın kendilerine verilmesini
             istediler. Yeni Hakan, isteğin nereye varacağını düşünmeden ve umursamadan Çinlilerin arzusunu kabul etti,
             yurdunun bir parçası olan bu kayayı onlara verdi. Hâlbuki Kutlu Dağ bir kutsal kayaydı, bütün Uygur ülkesinin
             saadeti bu kayaya bağlıydı. Bu tılsımlı taş, Türk yurdunun bölünmez bütünlüğünü temsil ediyordu. Düşmana
             verilirse bu bütünlük parçalanacak ve Türkeli’nin bütün saadeti de yok olacaktı.
             Hakan kayayı vermesine verdi ama kaya öyle kolay kolay sökülüp götürülecek cinsten değildi. Bunu anlayan
             Çinliler, kayanın çevresine odun ve kömür yığıp ateşlediler. Kaya iyice kızınca da üzerine sirke döküp parça parça
             ettiler. Her bir parçayı da ülkelerine taşıdılar.
             Olan o zaman oldu işte. Türkeli’nin bütün kurdu kuşu, bütün hayvanları dile geldi, kendi dillerince kayanın düş-
             mana verilişine ağladılar. Yedi gün sonra da bu düşüncesiz Hakan öldü. Ama onun ölümüyle ülke felaketten kur-
             tulamadı. Bir Çin prensesi uğruna çekinmeden feda edilen yurdun bir kayası, Türkeli’nin felaketine sebep oldu.
             Halk rahat ve huzur yüzü görmedi. Irmaklar birbiri ardınca kurudu. Göllerin suyu buhar olup uçtu. Topraklar
             yarıldı, mahsuller yeşermez oldu.
             Günlerden sonra Türk tahtına Böğü Han’ın torunlarından biri hakan olarak oturdu. O zaman canlı cansız, ehli
             yaban, çoluk çocuk bütün yurtta soluk alan almayan ne varsa hepsi birden:
             — Göç!.. Göç!.. diye çığrışmaya başladı. Derinden, inilti, hüzün dolu, çaresiz bir çığrışmaydı bu. Yürekler
             dayanmazdı.
             Uygurlar bunu bir ilahi emir diye bildiler. Toparlandılar, yollara düzüldüler, yurtlarını yuvalarını bırakıp
             bilinmedik ülkelere doğru göç etmeğe başladılar. Nihayet bir yere gelip durdular, orada sesler de kesildi.
             Uygurlar, seslerin kesilip duyulmaz olduğu bu yerde kondular, beş mahalle kurup yerleştiler ve bunun için
             bu yerin adını da Beş-Balık koydular. Burada yaşayıp çoğaldılar.
                                                                https://aregem.ktb.gov.tr/TR-12780/destanlar.html



                                                                                                   255
   252   253   254   255   256   257   258   259   260   261   262