Page 315 - Türk Dili ve Edebiyatı - 10 | Beceri Temelli
P. 315

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü                         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 10          154

             4. ÜNİTE > Destan/Efsane          Kazanım A.2.9: Metindeki anlatım biçimleri ve tekniklerinin işlevlerini belirler.
             Alan Becerileri: Okuma Becerisi  Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
             Etkinlik İsmi                      Anlam Anlatımda Gizli                            35 dk.

             Amacı     Anlatım biçim ve tekniklerinin metne katkısını anlayabilmek.              Bireysel
             Yönerge  Aşağıdaki metni okuyunuz. Metinden hareketle soruları cevaplayınız.
                     (Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)
                                                 Akdamar Efsanesi
             Gevaş ilçesi yakınlarında Van Gölü’nde kıyıya 5 kilometre uzaklıkta bir ada vardır. Bu adaya Aktamar
             ya da Akdamar denir. Bugün kimsenin oturmadığı bu adada Van Gölü’nün martıları yaşar. Adanın bir
             özelliği de badem ağaçlarıdır. Ama asıl özelliğini ünlü Akdamar Kilisesi’nden alır.
             (…)
             Adaya bu ismin verilişini tarihler yazmıyor. Tarihlerin yazmadığını efsaneler dile getirmiş. Efsaneye göre
             o zamanlar adaya kimse ayak basmazmış. Keşişler bırakmazmış. Çünkü ada keşişlere verilmiş. Oraya
             ancak keşiş olmak isteyenleri alırlarmış. Ve de ayrılıp gidenler de keşiş olur, öyle giderlermiş. Kilisenin
             başkeşişinin Tamara isimli güzel bir kızı varmış. (1)
             Adanın karşı kıyısındaki Gevaş’ta yalnız başına yaşayan bir delikanlı varmış. Yiğitliği söylenir dururmuş
             o yörede. (2) Delikanlı gündüzleri gölde avladığı balıkları yer, gölde saatlerce yüzermiş. Yüzücülükte üs-
             tüne yokmuş. Günün birinde yüzerken bir bakmış ki adaya üç kulaç kalmış. Buraya kadar gelmişken hele
             bir çıkayım adaya demiş. Badem ağaçları arasında saklanarak ne var ne yok diye görmek isterken bir de
             bakmış ki ne görsün? Az ötesinde çiçek açmış bademlerden çiçek koparıp başına takınan, bir yandan da
             usuldan inceden bir şarkı mırıldanan bir kız...  Delikanlının aklı başından gitmiş. Kız delikanlıyı görünce
             önce kaçmaya yeltenmiş. Ama sonra delikanlının güzelliğine kapılıp öyle kalmış. Delikanlı kıza yaklaşıp:
             “Kimsin, nesin?” deyince kız kendine gelmiş ve “Hele sen söyle. Sen kimsin, nesin? Buraya nasıl ayak
             bastın? Bir gören olursa yanarım gençliğine!” demiş.
             Delikanlı o vakit anlatmış olanı biteni. Kız da: “Ben de başkeşişin kızıyım. Adım Tamara. Sıkıldıkça bu kı-
             yıya iner, göle girerim.” demiş. Böylece Tamara ile delikanlı arasında bir muhabbettir başlamış. Ayrılırken
             ara sıra o kayalığa gelip arkadaşlık etmek için birbirlerine söz vermişler. Sözlerinde de durmuşlar. Gizli
             saklı buluşmalar başlamış. Aralarında bir sevgi bağı kurulmuş, âşık olmuşlar birbirlerine.
             İş büyüyünce kızı bir korku almış. “Ya keşiş babam görürse?” diye. Delikanlı: “Haklısın, bundan sonra
             gündüzleri değil geceleri buluşalım. Sen akşam olunca bir mum alırsın, kayalığa gelirsin. Ben karşıdan
             mumun ışığını görünce yüzer gelirim.” demiş. Bir süre de böyle geçmiş.
             (…)
             Günlerden bir gün Tamara’yı kıskanan keşiş kızlarından biri işin nereye vardığını görmüş, gidip başkeşişe
             durumu anlatmış. Başkeşiş bunu duyunca beyninden vurulmuşa dönmüş. Kıza: “Bunu benden başka
             kimseye söylersen seni adadan sürerim, yok dilini tutarsan yakında seni rahibe yaparım. Hadi bu gece
             beni oraya götür, gözlerimle göreyim.” demiş. O gece keşiş iki sevgilinin buluşmalarını gözleriyle görmüş,
             Düşünmeye başlamış: “Bu işi kimse duymadan nasıl halledeyim” diye.
             Ertesi gün ikindi vakti bir fırtına kopmuş. Başkeşiş: “Olursa bu gece olur, olmazsa yandık. (...)” diye düşü-
             nüp karar vermiş. Bu gece kayalıkta mumu kendi yakacak, ışığı gören delikanlının sevgisi derinse fırtına
             mırtına dinlemez, kendini atar göle.
             Tamara fırtınanın çıktığını görünce o gece kayalığa gitmemiş. Bu, keşişin işini daha da kolaylaştırmış.
             Fırtına kıyıları döverken delikanlı bakmış ki karşıda Tamara’nın ışığı kendisini çağırmakta, durur mu?
             Atmış gölün dalgalarına kendini, başlamış kulaç atmaya. Dalgalar onu her kaldırışta ışığı görüyor, güç
             alıyormuş. Böyle yüze yüze saatler aradan geçmiş. Delikanlı bir türlü kayalığa ulaşamamış. Delikanlı
             kayalığa yaklaştığı bir sırada gücü iyice kesilmiş, kolunu kaldıracak hâli kalmamış. Tam o sırada fırtına
             birdenbire olanca gücüyle kabartmış gölün sularını ve kocaman dalgalar, çekmiş kucağına bu delikanlıyı.
             Delikanlı, son bir soluk toplamış ve: “Ah Tamara!” diye bağırmış. Sesi dalgaların, fırtınanın sesine karış-
             mış önce ama sonra her bir yandan duyulmuş açık seçik. “Ah Tamara! Ah Tamara!” diye delikanlı gölün
             azgın dalgaları arasında kaybolup gitmiş.
             Bu sesi duyan Tamara koşup kayalığa gelmiş. Durumu anlayınca kendisini gölün dalgaları arasına atmış.
             (...)
             İşte bu adanın adı, delikanlının “Ah Tamara!” diye bağırmasından çıkmış. Gün gelmiş, söylene söylene
             Akdamar olmuş; ona Aktamar diyenler de çıkar.
                                                                                        Akdamar Efsanesi

                                                                                                   313
   310   311   312   313   314   315   316   317   318   319   320