Page 405 - Türk Dili ve Edebiyatı - 10 | Beceri Temelli
P. 405
Ortaöğretim Genel Müdürlüğü TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 10 197
5.ÜNİTE > Roman Kazanım A.2.10: Metnin üslup özelliklerini belirler.
Alan Becerileri: Okuma Becerisi Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
Etkinlik İsmi Yazarın Üslubu 25 dk.
Amacı Metinde bulunan dil ve anlatım özelliklerini belirleyebilmek. Bireysel
Yönerge Metni okuyunuz. Aşağıdaki soruları okuduğunuz metin çerçevesinde cevaplayınız.
(Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)
Kalp Ağrısı
(…)
Bu sabah kar yağacak kadar soğuktu. Hakikat, öğleden sonra tül kadar zarif ve ince bir beyaz tabaka
bütün çıplak ovayı sardı; rüzgâr oynak bir nefes gibi yerlerden karları üflüyor; havada beyaz bir toz ta-
bakası uçuruyordu. Bana, iç içe, şeffaf toz ufuklarıyla bölünmüş gibi gelen mütemadi beyaz ve ince bir
hareketle kımıldayan ovaya uzun uzun gitmek arzusu geldi. Elime bir baston aldım, uzandım; gittim,
gittim; kulaklarımda, gözlerimde soğuk fakat hafif rüzgâr, şaka eder gibi, bana bir şey söylemek ister
gibi beyaz, soğuk tozlarını püskürerek dolaşıyor. Ben bir şey düşünüyorum. Tabiatın hareketi ve beyaz
raks arasında gidiyorum, gidiyorum. Bir haftadır bir nebat, bir ihtiyar gibi sakin ve
mütemadiyen uyku zamanını bekleyen bir halim vardı. Bugün içimde genç ve uyanık bir kuvvet çekişi-
yor, fakat bu kuvveti hiç uyandırmak istemem. Gözlerini açar açmaz bir dakikanın saadeti arkasından
bitmez tükenmez faydasız ıstıraplar getirir.
Eve dönerken uzaklardan trenin düdüğünü duydum. Kulaklarım o kadar rüzgârın dedikleriyle, uzak
dalgaların çağlayan ahengiyle meşguldü ki, hayatın gündelik hakikatlerine davet eden bu düdük içim-
de bir şey yırttı. Saffet’i almak için istasyona yetişmek imkânı kalmamıştı. Fakat o eve gelir de beni
bulamazsa arkamdan gelecekti. Oynak, şeffaf, uçan kar tozları arasında Saffet’in şişman gölgesini ara-
yarak geliyordum. Eve yaklaşırken iki aydan beri ilk defa dudaklarımda şarkı söylemek için kımılda-
yan bir şekil hissettim.
Kapıyı Nesrin açtı ve sırıttı.
— Yukarıdalar, dedi. Demek Saffet gelmiş, sobanın önünde ısınıyordu. Merdivenleri ikişer ikişer atla-
yarak çıktım, kapıyı ittim, girdim.
— Seni tembel, seni... diye başlamak istiyordum. Vücudumun soğuktan, sahradan topladığı bütün
kudretle kalbim çarptı, kapıya dayandım kaldım.
Azize’nin küçük yüzü gömülmüş gibi duran kocaman kürkünü çıkarmak için eğilmişti. Kalpağında,
henüz çıkarmadığı asker paltosunun kürklerinde, hattâ kirpiklerinde karlar toplanmıştı. Evvelâ beni
o gördü, beyazlanmış kirpiklerinin arkasında sarı gözleri parladı zannettim. Azize bir kolu çıkmış, bir
kolu kürkte üzerime atıldı:
— Seni hiyanet seni, haber vermeden kaçarsın ha, biz seni işte böyle buluruz.
— Saffet’ten mi haber aldınız?
— Tabiî, ben sende bir hafta kalacağım. Hasan da burada bir asker arkadaşının evinde kalacak, tüfeği-
ni, köpeklerini getirdi, av yapacak. Saffet ne tuhaftı görsen, gece on buçuktan fazla oturmamak şartıyla
bize buraya gelmeye lütfen izin verdi. Sende bir uykusuzluk hastalığı mı varmış ne imiş. Ama çok
iyileşmişsin Zeyno’cuğum.
Onları görmek de bana bilmem neden bu kadar hoş geldi. Üçümüz sobanın etrafına dizildik, baş başa,
burun buruna, onlar bana şehir dedikodusu anlattılar ve onları dinlerken Saffet’in ilk defa olarak mu-
tadı olan trenle gelmediğinin farkına vardım.
Gece dokuzu geçiyordu. Saffet’ten bir telgraf geldi “Bu akşam gelemeyeceğim, ilâcınızı almanızı, erken
yatmanızı rica ederim.”
Bu telgrafa hep birden güldük; Azize:
— Sende hiç de hasta hali yok, Saffet amma da izam ediyor. İsabet, gelmiyor. Bu akşam gece on ikiye
kadar otururuz.
Hasan Bey başını salladı:
— İntizam ve itiyadı bozmamaya söz verdik. Azize, ben saat onda gideceğim.
Meğer benim sıkıntılı, manâsız bulduğum küçük havadisler, gülünç dedikoduların hayatta yeri varmış
anlatırken Hasan Bey de, ben de o kadar gülüyorduk ki...
403