Page 407 - Türk Dili ve Edebiyatı - 10 | Beceri Temelli
P. 407
Ortaöğretim Genel Müdürlüğü TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 10 198
5.ÜNİTE > Roman Kazanım A.2.10: Metnin üslup özelliklerini belirler.
Alan Becerileri: Okuma Becerisi Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
Etkinlik İsmi Metin ve Üslup 25 dk.
Amacı Metindeki anlatım tarzlarını belirleyebilmek. Bireysel
Yönerge Metni okuyunuz. Aşağıdaki soruları okuduğunuz metin çerçevesinde cevaplayınız.
(Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)
Eylül
(…)
Suad’ın kendi kolunu tutan elinden çekip yanı başına oturtarak ve kendisine dargın olmadığı için te-
bessüm etmek lâzım geldiğini hatırlayarak kaçamak, isteksiz bir tebessümle: “Şimdi hep çamur oluruz;
toprak değil ki… İlk dakika yağmur yağdı mı haddin varsa yürü! Bastığın yerden ayağın bir okka ça-
murla beraber kalkar…” dedi. Genç kadın beş senelik derin bir yakınlığın verdiği nüfuzu nazarla pek
iyi fark ettiği bu neşesizliğin giderilmesine artık kifayet edemediğine teessüf eder gibi acıklı bir sesle
sordu: Pek sıkılıyorsun galiba?
– Evet, sorma!.. Burası zaten yaşanılacak bir yer mi? Allah’ın kırı!.. Hele bu yemekten sonraki saatler!..
Sabahleyin yemeğe kadar, akşamüstü… Hasılı her zaman insan boğuluyor!.. Herkes böyle birer köşede
eziliyor!.. Kendimi bostan kuyusunda zannediyorum!..
Suad, kaşlarında endişeli bir kıvrımla, gözleri daha ziyade kararak, kaç senedir bu aynı yerde, aynı
hayatta, şikâyet için hiçbir hâl görülmeden geçirilmiş mesut günleri düşünerek susuyordu. Bir aralık:
“Evvelden hiç böyle söylemiyordum!” demek istedi. Fakat neye yarayacaktı? Ufak bir mazeret, âdi bir
sebeple geçiştirilmeyecek miydi? “Bari sen git, oralarda kal, biraz eğlenirsin!” diyecek oluyordu, fakat
beş senedir beraber bulunmaya, her şeyi beraber yapmaya o kadar alışmışlardı ki, kocasına karşı kal-
bindeki derin bağlılığın arzusuyla fedakârlığa razı olup söylese bile onun bunu fark ederek, kırıldığını
görerek daha rahatsız olacağını, yine yeminlerin başlayacağını, hiçbir şey değişmeyerek sade mesele-
nin dışıyla uğraşılmış olacağını düşünüyordu. Çünkü asıl kabahatin köşkte olmadığını hissediyordu;
kabahat şu sebebi düşünülünce kalbini sızlatan can sıkıntısında, ne kadar aşk ve bağlılık ile geçerse
geçsin, beş senelik hayatın yıprattığı kalplerde, bu kalplerin, insan kalbinin eskimeye olan kabiliyetin-
de idi. Ve o, kadın, bu acı düşünce ile başını eğip susarken Süreyya söyleniyor, şikâyet ediyordu. Belki
ellinci defa olarak:
– Ah, büyükbabalarımız! diyordu; anlaşılmaz hesaplarla bu cehennem köşelerinde yaptıkları bağa ge-
lip kapanacaklarına ne olurdu şu İstanbul’u İstanbul eden güzel yerlere gitselerdi… Sonra bir babanın
budalalığı bütün bir aileye irsi bir hastalık oluyor; bütün torunlar gelip onlar gibi bu köşklerde çile
doldurmaya mecbur oluyorlar… Bağ, üzüm… İşte floksera hepsini berbat etti ya… Yer, yer değil ki…
Bak babam elindeki avucundakini sarf etsin, bu veba hastalığına karşı koyabilir mi? Sonra birdenbire
köpürerek:
– Ah bu çöl? dedi. Şimdi farz et ki Boğaziçi’nde yahut meselâ Adalar’dayız… Deniz yok mu deniz? En
sıcak havalarda bile insana can verir! Serin… Mavi… Hoş… Hâlbuki burada poyraz çıkacak diye ta
saat sekizi dokuzu beklemeli… Duman, duman… Hamam gibi! Sonra manzaranın dar sınırı, değiş-
mez rengi… Düşün Suad: Bir sandalımız olurdu. Sabahları erken yahut akşamları geç vakit sen şemsi-
yeni kapardın, ben küreklere sarılırdım… Mehtap olsun olmasın oranın geceleri ne güzeldir!..
Süreyya söylerken kendini hayale kaptırıyor, sahiden orada, denizdeymiş gibi zevk duyarak tarif edi-
yordu. Kocasının yerine düşünen Suad: “Mademki bu mümkün değil” demek istedi. Fakat yine kendi-
ni tuttu; kocasının şu havalandığı sırada bu söz, kanatlarını tutmak gibi olacak, fazla olarak bu imkân-
sızlık düşüncesi onu yeniden kızdıracaktı. Bunu Süreyya kendi söyledi:
405