Page 431 - Türk Dili ve Edebiyatı - 10 | Beceri Temelli
P. 431

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü                         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 10          210

             5.ÜNİTE > Roman  Kazanım A.2.14: Yazar ile metin arasındaki ilişkiyi değerlendirir.
             Alan Becerileri: Okuma Becerisi  Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
             Etkinlik İsmi                     “Zavallı Necdet”in Yazarı                         25 dk.
             Amacı      Yazarla eseri arasında bağlantı kurabilmek.                              Bireysel


              Yönerge  Metni okuyunuz. Aşağıdaki soruları okuduğunuz metin çerçevesinde cevaplayınız.
                     (Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)

                                                   Zavallı Necdet
             (…)
             İşlerime ait muameleleri bitirmiş, rahatça gezebilmek için artık kendi başıma kalmıştım. O zaman sevdik-
             lerimi ziyarete başladım. Altı ay devam eden seyahatim esnasında; İstanbul’a döndüğüm zaman günlerce
             gezmek, lâyıkıyla eğlenmek için ne güzel plânlar tertip etmiştim. Şimdi bütün o plânlar karışmıştı. Her
             gün bir tarafa gidiyordum. Akrabalardan birini görmeye, dostlarımdan biriyle görüşmeye koşuyordum.
             Evvelce hazırlamış olduğum plânlarda İstanbul’a dönünce Necdet Feridun’u arayıp bulmak, ne oldu-
             ğunu anlamak da dahildi. On, on beş gün geçtiği hâlde kendisini görememiştim. Nerede oturduklarını
             da bilmiyordum. O sırada bir gün Şişli tramvayında İbrahim Şemsi’ye rastladım. Kendisinde yine eski
             metanet, eski samimiyet mevcut… Seyahatim hakkında kısa bir malûmat verdim. Biraz şakalaştık,
             güldük. Nihayet mühim bir şey unutmuş gibi sordum: Necdet nerede ikamet ediyor? Kendisini gör-
             meyi pek arzu ediyorum da…
             – Bebek’teki yalıda… Zavallı çocuk. Kendisi için bilseniz ne kadar müteessirim. Validesiyle şimdi ora-
             ya çekildi. Siz nerede ikamet ediyorsunuz?
             – Feneryolu’nda… Orasını bilmem neden, ben pek seviyorum. Yazları o lâtif mevkiden ayrılmak
             istemiyorum.
             – Eski köşkte mi?
             – Hayır, biraz ileride…
             Galatasaray’a gelmiştik. Vedalaştım. Tramvaydan aşağı atladım. Kendi kendime dedim ki: Yarın Be-
             bek’e gitmeli! Artık buna karar vermiştim.
             Ertesi gün sabahleyin Bebek iskelesinde bulunuyordum. Belediye bahçesine doğru deniz kenarında
             biraz yürüdükten sonra yalının önünde durdum. Ben yalıyı evvelden bilirdim. Seneler önce Necdet
             Feridun ile bu yalıda pek lâtif çocukluk âlemleri geçirmiştik. Yalıyı şimdi biraz harap buldum. Geçen
             bu kadar senelerin hasıl ettiği haraplık bundan mı ibaretti? Çıngırağı çektim. Temizce giyinmiş, tanı-
             madığım bir uşak karşıma çıktı. Dedim ki: Beyefendiyi görmek isterim. Uşak beni bir süzdü. Sonra şu
             yolda cevap verdi:
             – Pek rahatsız, kimseyi kabul etmiyor.
             Buraya kadar geldikten sonra geriye dönmeye razı olmadım. Uşağa adımı söyledim. Yabancı olmadı-
             ğımı anlatmaya çalıştım. Beni selâmlıkta bir odaya aldı. Bir iki dakika sonra Necdet Feridun da koşup
             geldi. Saf çocuklar gibi birbirimizi kucakladık. Bana dedi ki:
             – Pek acele, lüzumlu bir seyahate çıktığını işittim. Bu ne kadar uzun sefer… Doğrusunu ister misin?
             Seni devriâlem seyahatine çıkmış sanıyorum.
             – Hemen hemen onun gibi bir şey…
             Bana seyahatim hakkında bin türlü sualler sordu. Irak, Filistin hakkında malumat, izahat vermeye
             çalışıyordum. Dicle vadileri, Irak badiyeleri üzerine hayli tafsilat verdim. Sonra artık bu bahsin uzayıp
             gitmemesi için başka bir muhavere tarzı açmak istedim: Ey! Şimdi nasılsın bakalım? dedim.
             – Şimdi çok, çok iyiyim. Yoksa bunu fark edemiyor musun?
             – Öyle! Hakikaten çok fark var.
             Onu tasdik için ağzımdan birdenbire çıkmış olan bu sözleri söylerken kendisine dikkatle bakıyordum.
             Çok zayıflamıştı. Çehresinin sarı rengi, gözlerinin altını kaplayan siyah halkalar, bana onun söyledikle-
             rinin aksini ispat ediyordu. Seyahatimden evvelki hâline nispetle şimdi daha ziyade ezilmiş olduğunu
             anlamak, hissetmemek kabil değildi. O hâlde kendisinin pek iyi olduğunu niçin söylüyordu? Evvelce
             sıhhatinden daima şikâyet eden Necdet değişmiş miydi? Zannetmem! O hâlde… Benden saklanacak,
             itiraf edilemeyecek bir şey mevcut olabilir; teessürlerini, ıstıraplarını tamamıyla itiraf etmek, onları
             hikâye için bir yol açabilir. Bunları söylemek ise belki… Bu fena fikirleri aklımdan çıkardım. Kendi
             kendime dedim ki:
             – Bunu niçin başka bir sebebe atfetmemeli. Mesela veremliler; hastalıkları arttıkça bunu itiraf edemez-



                                                                                                   429
   426   427   428   429   430   431   432   433   434   435   436