Page 441 - Türk Dili ve Edebiyatı - 10 | Beceri Temelli
P. 441
Ortaöğretim Genel Müdürlüğü TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 10 215
5.ÜNİTE > Roman Kazanım A.2.16: Metinden hareketle dil bilgisi çalışmaları yapar.
Alan Becerileri: Okuma Becerisi Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
Etkinlik İsmi Yazarın Dili 25 dk.
Amacı Metinden hareketle cümle türleri, yazım kuralları ve noktalama işaretlerini tespit edip kavrayabilmek. Bireysel
Yönerge Metni okuyunuz. Aşağıdaki soruları okuduğunuz metin çerçevesinde cevaplayınız.
(Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)
Handan
(...)
Sana bir sürpriz Neriman’cığım: Handan’ı, Handan’ını gördüm. Şimdi gözlerini açtığını ve bütün mev-
cudiyetinle benden teferruat istediğini hissediyorum. İşte başlıyorum: Bu sabah Marsilya’ya çıktım.
Yabancı şehrin verdiği acayiplik ile bol güzellikleriyle ağzımın suyunu akıtan bir Fransızca mebzuliyeti
arasında kendi Fransızcam belki bir kusurmuş gibi mahcup, bin sıkıntı ile arabacılarla, hamallarla mu-
ameleye giriştikten sonra otele geldim. Öğle yemeğinden sonra biraz cesaretlendim. Otelciye gidilecek
yer sordum.
– Hava pek güzel, bir parka gidiniz. Yahut asansörle, bir tepede bir kilise var, oraya çıkınız, dedi.
Kilisenin ismi Notre-Dame zannederim. Bunları bir arabacıya müşkülatla anlattıktan sonra yola dü-
züldüm. Evvelâ güzel ve pek sevimli bir parkı dolaştım. Fakat insan yalnız maksatsız dolaşmaktan
sıkılıyor. Ne çok susamlar var; sen bu çiçekleri seversin, değil mi Neriman? Sonra, sıra Notre-Dame’a
giden yere geldi. Bir kayanın tepesine bir asansörle tırmandık. Azıcık huylandım. Nihayet bütün Mar-
silya’ya, dumanlardan, hayattan azıcık kirlenmiş görünen Marsilya’ya hâkim bir noktaya geldik. Beş on
dakikalık bir yoldan sonra bir kayacığın tepesinde küçük bir kilise görünüyordu.
(…)
Kiliseye girdim, ben kilise güzelliklerinden anlamam. Yalnız serin ve loştu. Azıcık da günlükle karışık
bir küf kokuyordu. Dalgın ve hatta aptal, bir köşede dururken loşluk içinde kaldığı için tülünden yü-
zünü fark edemediğim siyahlı bir kadın bana doğru geldi. Dışarıdaki ince siyahlı kadındı. Vakur, kibar
ve pek iyi giyiniyor. Tam yanıma gelince elini uzattı. Bir Türk Türkçesiyle:
– Siz burada ne geziniyorsunuz, Refik Bey, dedi.
Hayretimi tarif edemem. Şüphesiz bu bir Türk kadını idi. Fakat sesini bilmiyordum. Yalnız o seste o
kadar seni hatırlatan bir şey vardı ki. Tereddütümü anladı ve biraz da belki münfail oldu. Bununla
beraber istihzaya benzer bir sesle:
– Benim resmimi de mi size göstermediler? Beni nasıl oluyor da tanımıyorsunuz Refik Bey, dedi.
– Handan Hanım değil misiniz?
Sonra âdeta verilmek istemeyen elimi aldı, bir erkek gibi sıktı ve:
– Soğuk durmayınız, Refik Bey. Neriman benim ninem, kardeşim, dostum, çocuğum, her şeyim, dedi;
ve siz, siz de benim Neriman’cığımı seviyorsunuz.
Şimdi gözlerini görmüyordum ama sesinin doluluğundan, boğazında kelimelerin takılmasından her-
halde müteheyyiç olduğunu, belki de ağladığını zannediyordum. İtiraf ederim ki senin Handan’ın in-
sanı birdenbire şaşırtıyor Neriman. Ben ki hislerimi söylemek değil, hissetmekten bile utanırım ve
senelerce tanıdığım adamlara bir şey, samimi bir şey söylemek bir azaptır, bu nümayişe kâfi derecede
sıcak mukabele edemedim. Ve zannettim ki buna Handan kızacak, bana fena muamele edecek. Fakat
hayır. Yalnız bir anda, kibar, ağır ve sanki hiç hisleri yokmuş gibi görünen kadınlardan oldu.
– Sizi Hüsnü Paşa’ya takdim edeyim mi, dedi.
Ve yan yana, kilise kapısında duran siyah sakallı, orta boylu adama doğru yürüdük. O vakit Handan’ı
tetkik etmeye çalıştım. Bütün hüsn-ü niyetimi takındım. Kibar, zarif, zekî, her şey, fakat güzel, güzel
değil. Neriman biliyorum Handan’ı güzel bulmadığıma kızacaksın.
Fakat ne yapayım, değil! O solgun ve ince, yanımda yürürken seni düşündüm. Zengin bir hayat, Neri-
man’ım! Fakat ne nefis küçük tavırları var. Nasıl senin baş çevirmeni, gözlerindeki istifhamla
bakmanı hatırlatıyor. Bununla beraber çehresinde hiçbir şeyi de şimdi hatırlayamıyorum.
Hiçbiri çirkin değil, fakat hepsi bir arada güzel de değil. Belki dediğin gibi gözleri güzel, onları da pek
tetkik edemedim, bana bir şey söylemediler.
(…)
Halide Edip Adıvar, Handan
439