Page 62 - Türk Dili ve Edebiyatı 12 Beceri Temelli Etkinlik Kitabı
P. 62
Ortaöğretim Genel Müdürlüğü TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 12 29
2. ÜNİTE > Hikâye Kazanım A.2.1: Metinde geçen kelime ve kelime gruplarının anlamlarını tespit eder.
Alan Becerileri: Okuma Becerisi Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
Etkinlik İsmi Kelimelerin Peşinde 25 dk.
Amacı Türkçenin söyleyiş zenginliğinin farkına varabilme. Bireysel
Yönerge Metni okuyunuz. Aşağıdaki soruları okuduğunuz metin çerçevesinde cevaplayınız.
(Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)
Tükenmeyen Bakış
(…)
Otobüsün içi sıkı fıkı insanlarla tıkılıydı. Kapının yanında ak sakallı, eski püskü giysili biri oturuyordu.
Bilmem neden, onun bir gemici ve bir denizci olduğunu anladım. Yanında bir bay oturuyordu. Pan-
tolonunun ütüsünü ve kendi külüstür yaşantısında görenek edindiklerini yaradılışın yasası sayıyordu.
Çocuğu yanındaydı. Temiz giysileri o denizciye dokunur diye, çocuğu oturmuyor, ayakta durduruyor-
du. Yaşlı denizci: "Burada yer var. Çocukcağız sığar..." dedi. Sesinde, sessiz bir durgunluk vardı. Serbest
olarak yaşamış bir adamın sesi.
(…)
Adamın gözlerine baktım. Ve öyle bir sesin ancak böyle bir bakışı olabileceğini anladım. Kaptan mıy-
dı, gemici miydi, her neyse!.. Adam kaptanın nezaketine karşılık vereceğine kaşlarını çattı. Çocuğu
büsbütün uzağa çekti. Sanki çocuk yaşlıya dokununca kirlenecekti. Kirlenmek mi?.. Adamda uçan
kuşların, esen rüzgarların, uzaklardaki gurup ışığının temizliği vardı.
O bayın bu hoyratlığına, ihtiyarın güceneceğini sandım. Ama ne gezer? Yaşlı adam, o bayı hiç görme-
miş gibiydi. Ne diyeyim sana, hayran kaldım.
(...)
Hani ya, sonbaharda solan yapraklar olur. Bir yanı esmer, ötesi yeşilimsi, beriki pembe. İşte, ihtiyarın
giysileri de rüzgârda, denizde, güneşte tıpkı böyle olmuştu. İnsana moda dışı bir güzellik veriyordu.
Sanki bir avuç deniz, bir tutam gök ve bir fiske toprağı terziye götürmüşsün de bunlardan bana bir giysi
yap, demişsin gibi bir şey.
Adamın yüzü de öyleydi. Rüzgârla, güneşle, soğukla yıpranmış bir yüz değil, fakat bir yemiş gibi ermiş
bir yüz. O sakin gözleri, arkadaki pencereden Beyoğlu'na, Galatasaray'a, Taksim'e, Pangaltı’ya görme-
den bakıyordu. Dünya umurunda değil miydi acaba? Hiç de değil. O bakışlar dünyayı umursamaya-
cak kadar sönük değildi. Tam tersi, pek canlı bakışlar. O kadar ki, artık dünyadaki küçüklüklerden
hiçbirini göremiyordu. Benim evler, apartmanlar, tramvaylar, arabalar gördüğüm yerde o, boş ve açık
uzaklıklar görüyordu. Biliyorum. Saçmalıyorum. Seni bu sözlerimle sıkıyorum.
Mehmet'in yüzünde, duyup da başkalarına anlatamadığını belli eden sıkıntılı bir durum vardı. Ona:
“Vallahi sıkılmıyorum. Anlat” dedim. Bana:
“Sıkılıyormuşsun gibi bakıyorsun” dedi.
“Hayır. Bekliyorum” dedim.
“Hah! İyi! Anlattıklarımla anlatmak istediklerimin bitmediğini anlıyorsun demek!” dedi.
Oturduğu sandalyedeki durumunu değiştirdi. Ateşli ateşli...
“Ben de hepsini anlatmış olmadığımı biliyorum. Fakat asıl gerçeği nasıl anlatacağım. Mucizeyi yani!”
dedi.
(…)
Halikarnas Balıkçısı
61