Page 84 - Türk Dili ve Edebiyatı 12 Beceri Temelli Etkinlik Kitabı
P. 84

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü                         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 12            40

             2. ÜNİTE > Hikâye  Kazanım A.2.7: Metindeki zaman ve mekânın özelliklerini belirler.
             Alan Becerileri: Okuma Becerisi  Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
             Etkinlik İsmi                  Unutulmaz Mekânlar ve Zamanlar                       25 dk.
             Amacı      Metindeki zaman ve mekân unsurlarını tespit ederek bunların metne katkısını belirleme.  Bireysel


               Yönerge  Metni okuyunuz. Aşağıdaki soruları okuduğunuz metin çerçevesinde cevaplayınız.
                     (Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)


                                                    Bağbozumu
             Çocukluğumuzda eşsiz bağbozumlarını yaşardık. Ekim ayı, kasabamızın en güzel aylarından biriydi.
             Ne kışın dondurucu soğuğu, ne yazın kavurucu sıcağı vardır. Güneş parlak, gök açıktır. Rüzgârlar serin
             serin eser. Yağan yağmurlar, sürekli olmazlarsa, bahçeleri, bağları, evleri ve sokakları yıkayan, tertemiz
             yapan tabii bir banyodur, tabiatın sabah sabah duş alması gibi bir şeydir.
             Bu ayda, bağlarda üzümler toplanır; pekmez, pestil, sucuk ve kesme gibi isimleriyle kış tatlıları yapılır,
             küplere doldurulur. Yaza kadar onlarla idare edilir.
             Bağbozumu dolayısıyla diğer bütün kış hazırlıkları da tamamlanır. Büyük kazanlarda kavurmalar pişi-
             rilir. Pastırma yapılır. Bulgur, yarma, döğme, nişasta, tarhana, un hazırlanır. Sebzeler kurutulur. İplere
             dizili biberler haftalarca pencerelerde güneşe karşı konur. Turşu ve reçeller yapılırdı. Kısacası, kasım
             ayı girince kışa her şey hazır girilirdi.
             O vakitler, yıl demek, kış demekti. Öbür mevsimler, geçim bakımından önemsenmezdi. Baharda süt,
             peynir, yumurta çıkar, çeşit çeşit kır bitkileri toplanır. Yaza doğru dut, kiraz, vişne gözükür. Yazın da
             kavun, karpuz her türlü yemiş ve sebze her yanı kaplardı. Kavun, karpuz çuvallarla, yüklerle alınırdı.
             (Taneyle ya da kiloyla alınacağı o gün söylenseydi, bu, o insanlarca kıyamet alameti kabul edilirdi her-
             halde). Hele üzüm çıktı mı, geçim daha da kolaylaşırdı.
             Kışı da kurtaran yazdı o vakitler. Yazdaki o bolluk, o bereket. Yaz, hayatın ta kendisiydi. Kışsa, adeta,
             ölüm kadar ciddiye alınırdı.
             Kışa, sanki uzun bir yolculuğa çıkılacakmışçasına ve çok uzaklara gidilecekmişçesine hazırlanılırdı.
             Sanki, kış gelince kapılar kapanacak, dışarıyla, dış dünyayla tam ilgi kesilecek ve bir daha, kapılar an-
             cak güneş, yaz güneşi çıkıp ortalık ısınınca açılacakmışçasına telaşla ve en ufak bir ayrıntı unutulmak-
             sızın -ve her evde de birbirinin tıpkısı- aynı şeyler hazırlanırdı. Bu yüzden, kış da kendine mahsus bir
             renk kazanırdı. Sıcak sac sobaların kıpkırmızı kesildiği, kilimler, halılar, minderler, yastıklar, sedirler,
             kalın perdeli kapılarla bambaşka görüntülü kış odalarında, geceleri, petrol lambasının ışığında, tatlıla-
             rın da ayrıca tatlandırdığı çok farklı bir hayat vardı.
             Fakat ben burada, şimdi, ne o, ölüme karşı koymak için bütün bir ömür yapılan ibadetlerin, edinilen
             din ahlakının törenlerine benzer bir ciddiyet ve sadakatle girişilen güz hazırlıklarını ne de içine giril-
             diği halde içinde -biraz da vaktiyle yapılanların bir ödülü olarak- önceden kestirilemez bir mutluluğun
             tatlı hayalleri ve sevinçleriyle ruhu dolduran ölüm ötesi çehreli kış gecelerini anlatacağım. Onlar başlı
             başına konulardır.
             Burda, bambaşka bir bağbozumundan bahsedeceğim.
             İlkokulun beşinci sınıfına geçtiğim sene güze doğru kasabamıza yakın bir köye gittik. Babam, yan yana
             olan iki köyde birçok bağ kiralamıştı. “Bağın yüzünü almak” deniyordu buna. Baharda bağın yüzü
             alınır, sonbaharda artık ne üzüm geldiyse talihine. Yani anlaşma, bağın bir mevsimlik verimini devşir-
             mek için olurdu. Babam ayrıca bir tüccarla ona pekmez gönderilmesi için anlaşmıştı.
             (…)
             Köylüler, köyde üzümleri topladılar. Bağlardaki taş teknelerde ezdiler, şıra yaptılar. Büyük kazanlarda
             kaynatıp pekmez yaptılar. Biz de köy evlerinde kaldık. Geceleri ocaklarında büyük büyük kütükler
             yakıyorlardı; öyle ısınıyorduk. Sabahları dağ havasıyla uyanıyorduk. Buz gibi sular içiyor ve üzümler
             yiyorduk.
             Babam kasabada kalmıştı. Her şeyi köylüler yapıyordu. Pekmezleri tenekelere dolduruyorlar, sonra on-
             ları da kiralanmış bir eve depo ediyorlardı. Evin kapısında uydurma bir asma kilit vardı. Ama aslında
             ev açık gibi bir şeydi. Her şey itimada dayanıyordu. Böylece bal renkli üzüm gün ışığında koyulaşmış
             pekmeze dönüşüp tenekelere konmuş oldu. İşler bitince eve döndük. Ve biz okula başladık.


                                                                                                    83
   79   80   81   82   83   84   85   86   87   88   89