Page 90 - Türk Dili ve Edebiyatı 12 Beceri Temelli Etkinlik Kitabı
P. 90

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü                         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 12            43

             2. ÜNİTE > Hikâye  Kazanım A.2.9: Metindeki anlatım biçimleri ve tekniklerini belirler.
             Alan Becerileri: Okuma Becerisi  Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
             Etkinlik İsmi                          Yazarın Sanatı                               25 dk.
             Amacı      Metindeki anlatım biçimleri ve tekniklerini metni farklı biçimde kurgulamak için kullanabilme.  Bireysel


               Yönerge  Metni okuyunuz. Aşağıdaki soruları okuduğunuz metin çerçevesinde cevaplayınız.
                     (Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)

                                                        İlki

             İstasyon gerilerde kaldı. Büyük, yoğun, taş. Puslu ışıkları yaygın. Acı soğuk. Atların nalları buzları
             kırıyordu. Sokak lambaları ölü ölü mat aydınlıkta. Ayak parmaklarım sızlıyordu, dizlerim donuyor-
             du. Ağaçlar çıplak, donuk, katı. Şehir tortoptu, dumansızdı, büzülmüştü. Mangallarda kıvılcımlar
             bile sönmek üzeredir. Üstlerini örten kül çoktan soğumuştur. Odalar soluk kokuyordur: Ağır, kekre.
             Kirpik diplerinde, göz uçlarında sarı, ak çapaklar birikmiştir. Çenelerim birbirine vuruyordu. Atların
             sırtı buğulanıyor, arabacının buğulu soluğuna karışıyordu. Parmaklarımı yadırgıyorum: Nemli, ılık
             ağzımda. Şehri yabancılıyordum. Lisenin önünden geçtik. Bir yıl olmamıştı ayrılalı. Babamla bu yol-
             dan dönmüştük, kan ter içinde. Annemi geride bıraktığım istasyondan yolcu etmiştik. Annem sık sık
             içini çekerdi. Hep ağladığı sanılabilirdi. “Erkekler ağlamaz,” demişti, babam. Ağlamamıştım. Annem
             istemiyordu. Zayıfmışım, yapamazmışım.
             (…)
             Saçaklarda boy boy, uçları sipsivri buzlar sarkıyor. Parmaklarımı hafifçe dişliyordum. Parmaklarım
             duygusuz. Atlar öksürüyordu. “Çarşı Camii”nin minaresi delip geçmişti mor soğukluğu. Arabanın fe-
             nerleri çizik çizikti. Lambanın kızarık aydınlığı gözlerimi sulandırıyordu. Teller ışıyordu. Üzerlerinde
             küçücük karaltılar sezinliyordum. Serçeler, leke leke, kıvrık pençeleriyle asılı kalmış olmalılardı. Atlar
             birden durdu. Arabacı körükten içeri eğildi: “Geldik.” Arabacının suratı kabuk bağlamış, ışık vurmuştu
             gözbebeklerine. İçi çatlamış, üstü cam cam parlıyordu gözbebeklerinin. Bıyıkları dikelmişti, sertti.

             Bavulum elimde, ıpıssız sokakta, ortada kaldım. Tekerlekler, atlar göçük sesler çıkararak uzaklaştılar
             hızla. Hızla yok oldular. Bir yumuşaklığa dalıvermiş gibi. Sesler hiç yankılanmadı. Evler, duvarlar kas-
             katıydı. Çinko oluklar, çatıları kristal parıltılarla çevreleniyordu. Ortalıkta bir köpek bile yoktu. Ipıs-
             sızdı her yan. Orada çömeldim. Bu evin tokmağı böyle el biçiminde miydi? Tunçtu el. Kara binektaşı
             burada mıydı? Bilye çukurlarımızı doldurmuşlar. Duvar boyunu yokladım.

             (…)
             “Jandarma kumandanı”nın oğlu ne yapıyor acaba? Fenerlerimize pil çalmaya kalkışmıştık, yakalanmış-
             tık. Kapıya kulağımı dayadım. Çeşmenin şırıltısı duyulmuyor. Donmuş demek. Donmuştur. Pencere-
             ler karanlık. Geleceğimi bilmiyorlardı. Koğuşlarda yatılan, tiz zil sesleriyle sınıflarına girilen okuldan
             ilk günler kaçmak istemiştim. Ama büyümüştüm artık. Annem kolları uzun, üstüme iyice oturmayan
             elbisemin içinde beni koskocaman görünce kim bilir nasıl şaşıracaktı. Karşı komşunun camları yönü
             belirsiz bir ışımayı yansıtıyordu. El biçimi tokmağı tutup kaldırdım. Tunç ellerime yapıştı. Soğukluğu
             içimi üşüttü. İndirdim. Sıyırdım parmaklarımı. Tok, kuru bir ses çıktı. Bir köpek bile yoktu sokakta.
             Bir inilti bile duyulmuyordu. Bekledim. Tokmak şehrin tüm kapılarına vurulmuş gibiydi. Tüm evlerin
             buzlu camlarında birer mum ışığının büyüyeceğini, titreyip gerineceğini bekliyor gibiydim. Tüm şehri
             çekirdeğine çekilmiş sıcaklıklarından ayıracaktım. Bizim evin camlarında bir ışık dolandı. Bir gölge
             perdeyi aralayıp kaygıyla sokağı gözetledi. Yüzünü görememiştim. Annemdi ama! Düz saçlarını, düm-
             düz, telleri kalın, kestane saçlarını ayırt edebildiğimi sanıyordum. Merdivenin başına gelmişti şimdi.
             Orada duruyordu.
                                                                                       Vüs’at O. Bener
             Kelime Dağarcığı
             kekre: Tadı acımtırak, ekşimsi ve buruk olan. körük: Bazı araçların açılıp kapanabilir üst üste katlanmış bölümü.



                                                                                                    89
   85   86   87   88   89   90   91   92   93   94   95