Page 146 - Türk Dili ve Edebiyatı
P. 146

12         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI



                 Aşağıda, inşaat taşeronuyla anlaşan Yusuf ve Ali’nin yeni işlerine giderken Köse Hasan’la aralarında
               geçen son konuşmayı okuyacaksınız.
                 Odaya geldiler. Köse Topal karşıladı.
                 “Ne oldu? Oldu mu?”
                 Yusuf isteksizlikle, “Oldu,” dedi.
                 “İşe ne zaman başlıyorsunuz?”
                 “Yarın, şafakla beraber...”
                 “Nerde yatıp kalkacaksınız?”
                 “Orda baraka var.”
                 “Bugün gidiyorsunuz öyleyse?”
                 “Gidiyoruz.”
                 (...)
                 “Şu hasta, hemşeriniz ne olacak ya?”
                 Pehlivan Ali’nin de, Yusuf’un da yüzleri karıştı. Aslında doğru söylüyordu Köse Topal: Ne olacaktı?
                 Yorganının altında kımıltısız yatmakta olan Köse Hasan’a baktılar. Onu da birlikte götüremezlerdi ya. Götürse-
               ler bile, taşeron, amele çavuşu razı olacaklar mıydı bakalım?
                 Köse Topal, “Yazık,” dedi. “Sizsiz ne yapar böyle hasta hasta?”
                 Yusuf uzun uzun düşündükten sonra, “Vallaha emmi,” dedi. “Şaştık biz de. Alıp götürsek bir türlü, götürmese-
               eeek...”
                 “Bir türlü,” dedi Ali.
                 Köse Topal da huzursuzdu. Hemşerileri gittikten, temelli çalışamayacak olduktan sonra ne diye kalacaktı?
                 “Ölür,” dedi. “Burada kesin ölür!”
                 Pehlivan Ali:
                 “Sen, hayrına, bir iki el atamaz mısın arada?”
                 Onun korktuğu da buydu ya!
                 “Ben sakat bir insanım aslanım. Benim kendime bile hayrım dokunmuyor...”
                 Köse Hasan uyanıktı, bütün konuşulanları dinliyordu.
                 Köse Topal, “Demek hemşeriliğiniz bu kadardı?” dedi.
                 İkisi de alındı. Yusuf, “Ne yapalım emmi?” diye yere sümkürdü. “Biz hasta etmedik a. Allah’tan gelen bir şey
               mesela...”
                 Pehlivan Ali kaba kaba kaşındı:
                 “Hepimizinki de bir ekmek derdi. Gözü çıksın. Yurdumuzu, yuvamızı ne diye teptik yoksa?”
                 “Birkaç kuruşun sahibi olur muyuz diye... Allah taksiratını affetsin. Şaştık kaldık. Biz götürsek bile taşeron,
               amele çavuşu...”
                 Ali, “Taşeron,” dedi. “İlle de taşeron, Yusuf!”
                 “Tövbe razı gelmezler...”
                 “Yoksa ne? Hemşerimiz değil mi?”
                 “Götürürdük.”
                 “Ne olacak onun yeyip, içtiğinden?”
                 Köse Hasan’ın yorganı yavaşça kalktı. Bayağı uzamış kapkara sakalıyla balmumu yüzü meydana çıktı. Çukur-
               larına kara kara gömülmüş cansız gözleriyle arkadaşlarına çok üzgün baktı:
                 “Varın sağlıcakla gidin kardaşlar,” dedi. “Beraber tuz, ekmek yedik. Ola ki bana hakkınız geçti, artık eksik he-
               lal edin. Benim gücüm yok, biliyorum. Buralarda kalır malırsam, siz de köye sağlıcakla varırsanız, Eminemin kara
               gözlerinden bi güzel öpün...”
                 Kuru eli yastığının altına gitti. Kaç vakittir kızı için satın alıp sakladığı yeşil alelade saç tokasıyla yine alelade,
               kırmızı tarağı aldı, uzattı:
                 “Bunları da verin...”
                 Yusuf uzatılanları aldı. Kireç kesilmişti. Hasan’ın gözleri Yusuf’un yüzünde takılı kaldı. Eli yorgana düşmüştü.
                 Pehlivan Ali kocaman yumruklarını sıkmış öfkeyle bakıyordu. Hemşerisi Hasan’a değil, onu bu hâllere sokan
               devire devrana,


        144
   141   142   143   144   145   146   147   148   149   150   151