Page 148 - Türk Dili ve Edebiyatı
P. 148
12 TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI
Yola baktı. Küçük ağanın otomobili tozu dumana katmış geliyordu: İşine koyuldu.
Otomobil, patozun yirmi metre kadar açığında durdu. Küçük ağa direksiyondan yere atladı. Kolları dirsekle-
rine kadar sıvalı, püfür püfür beyaz ipek gömleği, ince sadakor pantolonu, geniş kenarlı beyaz hasır şapkası...
Beline dayalı yumruklarıyla patoza yaklaştı, durdu. Çatık kaşlarıyla işe bakıyordu. Kızgın güneşin altında des-
teciler kan ter içindeydiler. İnsan dayanısının çok üstünde bir sıcak, ter, kaşıntı. En çok da kaşlardan gözlere sü-
zülen tuzlu ter yakıyor, sonra da kızgın toprağa kan damlaları kıvamında düşüyordu.
Küçük ağa yanı başında kavuşuk elleriyle dikilen ırgatbaşıya döndü:
“Aferin Cemo. Bitir bu işi bu hafta, gerisine karışma!”
(...)
“Senin canın sağ olsun. Ben de Cemo’ysam bu iş bu hafta tamamdır!”
(...)
Küçük ağa koşar adım yapılan işe memnunlukla baktı, coştu birden:
“Ha babam kardaşlarım ha!”
Irgatlar yekindi. Koca koca demetler daha büyük bir hızla patoza koşturulmaya başladı. Öyle hızlı, öylesine
müthiş bir çalışma başını almış gidiyordu ki, küçük ağa bile bu hıza kendisini kaptırmıştı. Patoza az daha sokul-
du. Ne saman tozu, ne sıcak...
“Ha babam kardaşlarım ha, ha babayiğitler ha, ha aslanlar ha!!! Bu işi bu hafta bitirin, ben de insansam kal-
mam altında!”
Irgatbaşı da çalışmanın hızına kendini kaptırmıştı. Tempoyu daha da hızlandırmak, ağanın gözüne büsbütün
girmek için, “Devir, devir, devir!!!” diye bağırdı. “Ha babam kardaşlarım ha, ha babayiğitler ha, ha aslanlar ha!!!”
“Devir ha, devir ha, devir!”
“Ha, ha, ha, ha!!!”
İş hızlandıkça hızlandı, baş döndürücü bir hâl aldı.
“Devirin ha, devirin ha, devirin!!”
“Ha ha ha ha ha haaaa!”
Beden kalınlığında demetler, patozun doymak bilmeyen ağzından içeri devriliyordu. Irgatlar öfkeyle, kinle,
hınçla çalışıyorlardı. Damarlarda dolaşan kan değil, milyonluk kilovatlardı sanki.
“Ha babayiğitler ha, ha aslanlar ha!!”
Arada tersten esen sıcak, kavurucu hava, sarı pırıltılarıyla duman gibi ortalığa savrulan saman tozunu Ali’yle
Hidayet’in oğluna çeviriyor, toz gözlüklerine rağmen gözlerine girip yakıyordu. Bir ara Ali, gözlerini tozdan, ter-
den açamaz hâle geldi. Geldi ama, işin baş döndürücü temposunun büyüsüne öyle kapılmıştı ki... “Devir ha, de-
vir ha, devir!!!”
İyice yumulmuştu gözleri, açamıyordu. Açsa cayır cayır yanıyordu. “Mank” denilen cinsten koyu bir sersemlik
içindeydi. Terden sırılsıklam paçavralar da boynundan kaymıştı. Saman tozu alabildiğine üşüşüp yakıyor da ya-
kıyordu. Kavruluyordu boynu, boğazı, göğsü, gözleri. Sanki acı kırmızı biber ekelenmişti.
“Devir babam, devir babam, devir!!!”
Paydos en azından yarım saat geçmişti. Hâlâ: “Devir ha, devir ha, devir!!!”
Ali birden kendini kaybederek sendeledi. Doğrulmaya çalışacakken kocaman bir demet geldi çarptı, dengesi-
ni bozdu. Hiç kimse farkında olmadı. Yanı başındaki Hidayet’in oğlu bile. Küçük ağa ha bire, “Ha kardaşlarım ha,”
diyordu, “ha babam kardaşlarım ha!” Demetler demetlerin ardından. Bir an oldu ki Pehlivan Ali’nin koca bedeni,
yığılan demetlerin arasında yitip gitti. Sonra bir çığlık, patozu sarsan müthiş bir çatırtı, iş durdu. Hidayet’in oğlu
toz gözlüğünü alnına kaldırıp Ali’ye baktı, sonra iki eliyle yüzünü kapatarak çömeldi.
“Ne var yahu? Ne oldu?”
Hidayet’in oğlu fırladı, şaşkınlıkla patozdan atladı, kaçmaya başladı. İşi anlayan usta koşarak gelmişti. Gördü,
kireç kesildi o anda. Irgatbaşıyla hemen patoza tırmandılar. Pehlivan Ali’nin terli bir külçeye dönmüş bedeni pa-
tozun ağzına kapanmıştı. Güçlü iki ırgat Pehlivan Ali’yi kaldırmak istediler. Ağırdı, baygındı. Yardıma iki kişi daha
katıldı. Zorla patozun ağzından aldılar.
(...)
Usta çılgına dönmüştü. Küçük ağanın üstüne yürüdü:
146