Page 187 - Türk Dili ve Edebiyatı
P. 187

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI                                         12




              MUSTAFA,  (Babasının önünde yere kapanır). — Emriniz başüstüne hünkârım.
              KANUNÎ,    (Oğlunun önünde durur, yüzünde yumuşak çizgiler belirmiştir). — Eh artık bir baba oğul gibi konuşa-
                         biliriz.
              MUSTAFA,  (Babasının elini öper, bekler).
              KANUNÎ,    — Seni ateşte denedim oğlum, sen istediğim adamsın. Bu devletin istediği adamsın. Seni bir de sulh-
                         ta denemek isterim.
              MUSTAFA,  — Biz saadetlû hünkârımızın izinden ayrılmamayı en münasip buluruz efendimiz. Muvaffakiyet o yol-
                         dadır biliriz.
              KANUNÎ,    (Ciddî).— Sulhu idare etmek, harbi idare etmekten çok güçtür. Bunu unutma. Bu hep böyle olagel-
                         miştir. Hep böyle olagidecektir. Harp, müşterek düşman insanları birbirine bağlar, aradaki küçük ni-
                         faklar unutulur, ben sen kavgası ortadan kalkar. Ama sulh, bu küçük kinleri, nifakları besler, ben sen
                         kavgası alır yürür. Bütün geçimsizlikler, kardeş kavgaları sulhta kendini gösterir. (Bir an durur, sonra
                         işleyici) Benim akıllı, temkinli oğlum, sulhu başarmıya çalış. Asıl büyük muvaffakiyet budur.
              MUSTAFA,   — Belli hünkârım.
              KANUNÎ,    (Âdeta içindeki bir yarayı ifşa eder gibi). — İnsanlar sulhta ne haddini bilmez olurlar bir bilsen oğul.
                         İstekleri bitmez, rahatları onları tedirgin eder, birbirine düşürür. (Samimî) Ben dahi korkarım sulhtan,
                         korkarım da arayı uzatmam. Haydi artık gidebilirsin.(Mustafa baş eğer, kapıya yönelir. Kanunî birden
                         hatırlamış gibi). Bir şey daha… (Mustafa durur Kanunî oğluna yaklaşır, bir zaman onu seyreder. Sanki
                         söylemek istediği kelimeleri arar gibidir.) Orada kendini alıştır oğul…(Bir sır verir gibi) Devlet idare
                         etmeye alıştır kendini. Onun için de her şeyden önce yalnızlığa alıştır. (Köşedeki tahtını gösterir) Bir
                         gün şunun üstünde pek yalnız kalacaksın, pek…
              MUSTAFA,  (Sarsılmış). — Allah velinimetimize uzun ömürler versin efendim. Allah o günleri göstermesin efen-
                         dim.
              KANUNÎ,    (Acı bir gülüşle). — Gösterecek oğul, gösterecek. İstesek de istemesek de… Bizim arzumuz o güne
                         şimdiden hazırlıklı bulunmaktır. İkimizin de hazır olması. (Tahta şöyle bir ilişir) Bunun üstünde rahatlık
                         düşünülmez Mustafa’m, bunun üstüne çıktığın zaman bir de bakarsın ki: Dünya, o senin tanıdığın
                         dünya değil.
              MUSTAFA,  (Sabırsız bir hareket yapar).
              KANUNÎ,    (Tahttan iner). — Şimdiden bilmen iyi olur diye söylüyorum. (Oğluna doğru yürür, ona söylediği her
                         sözü kendi hayatının tecrübelerinden çıkarıp söyler gibidir.) Seni seven dostların gün gelecek senden
                         yılacak, yılgın insan artık sevemez.
                         (…)
                         Rahim olman gerek, fakat zayıf değil. Temkinli, uyanık, hassas olman gerek, fakat evhamlı değil. (Bir
                         an sükut Kanunî pencereye doğru yürür, dışarıyı seyretmeye koyulur, âdeta yüzünü oğlundan gizler
                         gibidir.) Gün gelecek oğlunu bir başka gözle göreceksin. (Mustafa irkilir.) En kötüsü de bu. Hayatına
                         sebep olduğun insanın senin hayatına kastedeceği korkusu. Ölüm harp meydanlarında kırk bin şekle
                         bürünse, kırk bin türlü önüne çıksa, bu kadar korkunç olamaz. (Acı bir sesle) Ben bunu gördüm oğul,
                         ben bunu yaşadım, ben bunu bilirim.
              MUSTAFA,  (Aşikâr bir duygululukla atılır). — Allah bin türlü belamızı versin, biz velinimetimiz efendimizin saade-
                         tinden ve selâmetinden gayri bir şey düşünürsek.
              KANUNÎ,    (Devamla). — Bu hislerimizi şimdiye dek kimseye açmamıştık. Babam cennetmekân Selim Han kendi
                         babasını tahtından ederken içimde bu kırılışı duydum. O zaman küçüktün sen, el kadar bir bebek.
                         Bir gün büyüyeceğini düşündüm, büyüyüp bir erkek olacağını, şimdiki gibi güçlü, kuvvetli bir erkek.
                         Sonra karşıma dikileceğini düşündüm. Gençlik sende kuvvet sende. Bir çekişte tacımı başımdan çekip
                         alabileceğini düşündüm. Ya… İşte böyle oğlum. Küçücük bir bebektin sen henüz. Hatırlayamazsın.
                         (Acı bir gülüşle) Ne yaptım bilir misin? Beşiğinden kaptığım gibi seni duvardan duvara çalmak iste-
                         dim. Ama o kadar küçüktün ki, o kadar zayıf, o kadar masum bir duruşun vardı ki kucağımda, usul-
                         lacık beşiğine yatırdım ve ilk defa o gün öptüm seni. Galiba sadece bir hükümdar olmayıp, bir baba
                         olduğumu da o gün keşfettim. Haydi artık git. (Mustafa çıkar, ışıklar bu tarafta sönerken Hurrem’in has
                         odasına yanar.)



                                                                                                           185
   182   183   184   185   186   187   188   189   190   191   192