Page 188 - Türk Dili ve Edebiyatı
P. 188

12         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI

































                   Anadolu’da çıkan karışıklığı fırsat bilen Hurrem; uzun bir aradan sonra Kanunî’ye Mustafa’yla ilgili birta-
                 kım söylentiler olduğunu, ona ihanet ettiğini, tahtında gözü olduğunu ifade eder. Kanunî duyduklarından,
                 Mustafa ise babasına kendini anlatamamaktan dolayı üzgündür. Kanunî işin aslını öğrenmesi için Rüstem’i
                 Mustafa’nın yanına, Amasya’ya gönderir. O da Hurrem Sultan’la anlaştığı gibi Mustafa’yı suçlu duruma dü-
                 şürür ve Mustafa, Kanunî’nin emriyle öldürülür. Mustafa’nın ölüm haberini alan halk yıkılır. Bayezit, Musta-
                 fa’nın ölüm haberini alınca çok üzülür ve hemen Bursa’dan saraya döner. Bayezit ve Cihangir, Mustafa’ya yü-
                 rekten bağlıdır ve onun masum olduğuna inanırlar.
                   Aşağıda Bayezit’in Mustafa’nın ölüm haberiyle sarsılıp Bursa’dan saraya dönmesi ve bu ölüm ola-
                 yıyla  ilgili Hurrem Sultan’la Rüstem’i sorumlu tuttuğu bölümü okuyacaksınız.
                                                          TABLO: V
                                                          SAHNE: V
                                                      Öncekiler-Bayezit

                BAYEZİT,    (Bir fırtına gibi girer, kılıcından hâlâ kan damlamaktadır. Gözleri yuvalarından fırlamıştır.) — Hani
                           nerede?  Hünkâr  babamız  nerede?  Karındaşımız  Mustafa  nerede?  Size  sorarım.  Nerede?  (Hur-
                           rem’le Rüstem’in önünde durur) İşittik Mustafa katledilmiş. Doğru mu?
                HURREM, (Telâşlı). — Yaralısınız oğlum, yaralısınız aslanım.
                BAYEZİT,    — Hayır, bunlar benim kanım değil, benim kanım içime akar. Bunlar bana engel olmak istiyen
                           köpeklerin kanı.
                HURREM,    — Ne?.. Buna cesaret ettiler ha? Aslanıma saldırmaya cesaret ettiler ha?
                BAYEZİT,    — Ne onların gözü beni görürdü o telâşede, ne de benim gözüm onları… Doğru Bursa’dan geli-
                           rim valide. Geceli gündüzlü at süreriz, Her şey bitmiş olmasa bari.
                HURREM,    — Hünkâr dönüşünüze çok sevinecek.
                BAYEZİT,    (Parlıyarak). — Bana Mustafa’mdan, Mustafa’mdan haber verin işittiklerimin yalan olduğunu söy-
                           leyin. (Yalvarır gibi) Yalan değil mi valide? Yalan. Mustafa gibi bir evlât katledilir mi? Mustafa gibi
                           bir yiğide kıyılır mı? (Hurremle Rüstem başlarını eğer ve susarlar) (Bayezit dehşetle) Demek ger-
                           çek? (Âdeta çarpılmış gibidir) Bir ümide doğru koştuğumuzu zannederdik. Yolumuzun sonunda
                           Mustafa’yı bulacağımızı zannederdik, önce şu çılgınlar sürüsüne çarptık başımızı… Sonra da si-
                           zin su gibi sükûtunuza demek gerçek ha? Gerçek (Pencerenin önüne gelir dışarıya bakar) Şimdi
                           anlıyorum bu adamları.(Bir tiksinti ifadesiyle.) Ya ben ne yaptım? Atımı sürdüm üstlerine, kılıcımı
                           onların Mustafa için çarpan kalplerinin kanıyla kirlettim. Lânet olsun. (Kılıcını kırıp atar.)


        186
   183   184   185   186   187   188   189   190   191   192   193