Page 25 - Türk Dili ve Edebiyatı 11 | Kavram Öğretimi Kitabı
P. 25

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü
                                                                                      Kavram Öğretimi 11
            Öğretim Programları ve Ders Kitapları Daire Başkanlığı         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 11
            2. ÜNİTE     : HİKÂYE > Cumhuriyet Dönemi’nde Hikâye > 1940-1960 Arasında Hikâye
            Kavram       : Toplumcu Gerçekçi Hikâye
            Genel Beceriler  : Eleştirel Düşünme Becerisi
            Alan Becerileri  : Yazma Becerisi

             Çalışmanın Adı    TOPLUMCU GERÇEKÇİ HİKÂYENİN ÖZELLİKLERİNİ ÖĞRENİYORUM                20 dk.
             Çalışmanın Amacı  Toplumcu gerçekçi hikâyenin özelliklerini belirleyebilme.


            Yönerge: Aşağıdaki metni okuyunuz. Metinden hareketle soruları cevaplayınız.


                                                    PORTAKAL
              (...)
              Bir saatten beri dümen vardiyası tutan vinççi İsmail’in bugün üçüncü vardiyası idi. Hâlbuki onun asıl
              işi vinççilik olduğu için öteki limana varıncaya kadar kamarasında yatıp uyumalıydı. Ama bu sefer
              tayfalardan üçünü birden sıtma tutmuştu. “Birazdan demir atınca geç vincin başına, artık gece yarısı-
              na kadar mı sabaha kadar mı?  Vira! Mayna! Vira! Mayna!” diye homurdanıyordu.
              — Nasılsın Süvari Bey?
              Süvari hiç beklemediği eski bir dostu ile karşılaşmış gibi:
              — Ooo! Merhaba Osman Yiğit. Ne var, ne yok? Geç otur bakalım! dedi.
              Osman Yiğit kalbi hızla çarparak yaklaştı:
              — Ocağına düştük kaptan. Üç bin sandık portakalım var! Bir haftadır yolunu gözleriz!
              — Şu bizim üç bin sandığa da...
              Kaptan bu sözleri hiç duymamış gibi:
              — Hep de havaleli mallar yükledik. Bakalım İstanbul’u nasıl bulacağız. Denizlerin kötü zamanı, diye
              devam etti.
              Osman Yiğit, yüzü büsbütün kızararak:
              — Şu bizim portakallar… diyecek oldu. Kaptan birden doğrularak:
              — İnşallah gelecek sefere... dedi.
              Osman Yiğit başını iki yana sallayarak biraz bekledi, sonra o da acele adımlarla fırladı. Yukarı varınca
              ikinci kaptanı orada dolaşır buldu. Onu bir kenara çekerek meseleyi anlattı:
              — Hadi kurbanın olayım, şu işi bir düzenine koy. Beni yakmasın,  diye sırtını sıvazladı.
              Ondan sonra pazarlık başladı. Nihayet portakal sandıklarının gemiye alınması kararlaştı. Ön tarafta
              bir gidip gelme oldu. Bir kampana çaldı, gemi demir alıyordu. O gün öğleden sonra süvari ile ikinci
              kaptan, ellerinde dürbünleri ile ufukları seyretmeye başladılar. Çarkçıbaşı ile ikinci kaptan, birinci
              mevki salonuna gelmişler, yolculara telaşla tavsiyelerde bulunuyorlar, güya kendi kendilerine söyle-
              niyorlarmış gibi:
              — Vaziyet fena. Ne edeceğiz bilmem. Gemi gemi değil ki. Yük de fazla…
              İkinci kaptan bir aralık:
              — Çarkçı Bey! Avarya yapmazsak, vaziyet tehlikeli galiba! dedi. Yolcuların yanında yapılan bu mü-
              nakaşadan sonra ikisi beraber yukarıya, süvariye çıktılar. En havaleli mal olan portakalların denize
              atılmasına karar verildi. İkinci kaptanın nezareti altında iki yüz elli sandık aşağıya fırlatıldı, sonra
              gemi kâtibi avarya evrakını usulü dairesinde tanzim etti. Tüccar Osman Yiğit’in sigortadan üç bin
              sandık portakalın parasını alabilmesi için bu evrakın düzgün olması lazımdı.
              Denize atılmış göründüğü halde geminin deniz suyundan uzak yerlerinde rahat rahat bekleyen iki bin
              yedi yüz elli sandık portakal, Halil Eğinli’ye yeni baştan satıldı. İçinde seksen portakal bulunan san-
              dıklardan her biri üç liradan hesap edildi. Aslında, ambalaj masrafı ile beraber tanesi doksan paraya
              mal olan portakalların sandığı, yüklendiği iskelede yüz seksen kuruş, İstanbul’da maliyeti iki yüz elli
              kuruştu. Ama böyle ufak farklar üzerinde fazla durulmadı. İki bin yedi yüz elli sandığın tutarı olan
              sekiz bin iki yüz elli lira Halil Eğinli’den peşin peşin alındı.
              İsmail Denizer, ikinci kaptandan izin almıştı. Yolda düşündü: Eve ne götürebilirdi? Biraz yürüdükten
              sonra manavların önünde yavaşladı. Portakallara baktı. Lohusa karısına en iyi hediye portakal ola


                                                                                                    23
   20   21   22   23   24   25   26   27   28   29   30