Page 3 - Türk Dili ve Edebiyatı 11 | 9.Ünite
P. 3
Mülakat ve Röportaj
SAMİ PAŞAZADE SEZAİ BEY
Aşağıdaki metin, Tanzimat Dönemi sanatçılarından Sami Paşazade Sezai ile
1. Metin yapılan mülakatta sanatçının bazı şair ve yazarlar hakkındaki görüşlerini ifade
ettiği bölümden alınmıştır.
Kapıya doğru bir iki defa gidip geldikten son ra, pürüzsüz sesi yine işitildi:
“— Efendim; düşünün bir kere, Avrupa’da romantikler son derece rağbette.
Hugo’lar, Lamartine’ler, De Vigny’ler aşkı terennüm ediyor, ihtiras ları terennüm
ediyor, vatanı terennüm ediyor. Biz de ise hâlâ bir şey yok. Kemal Bey gibi hareketli, dinamik bir adam
tabiî bu mahrumiyete katlana mazdı. Onun için var kuvvetiyle çalıştı ve tabiî böy le çok büyük eksik-
likleri ortadan kaldırmaya uğ raşan bir yenilikçi, saf ve lirik olamazdı. Onun ye tiştiği zaman; onu böyle
dinamik, böyle ateşli, her meseleyi kurcalar bir adam haline koymuştu. Bi liyor musunuz? Ben Kemal
kadar da, bizim Hâmid kadar da yaşlı değilim. Bu anlattığım yenilik ha reketleri meydana geldiği za-
manlar ben, on yedi on sekiz yaşlarındaydım. Kemal Bey’i o sıralarda ta nıdım. Kendisini ziyarete git-
tim. Hani, kitaplarda falan yazarlar ya; büyük adamın huzuruna gidince yüreği çarpmış diye. İşte ben
Kemal’i gördüğüm zaman kendimde, hiç mübalağasız söylüyorum, öyle bir heyecan duydum ve elini
öptüm. Bence Kemal’in dehâsı da Türk’tür, kusur ve noksanları da Türk’tür. Onda bir cihangirlik vardı;
kendisine tâ dedelerinden geçen bir cihangirlik vardı. İşte onun edebiyat dünyasında kopardığı o
çok büyük fırtına sıralarında idi ki ben de edebiyata girdim. Benim fikirlerim, düşüncelerim o vakitler
baştan başa Kemal Bey’di. Fransa’da hani bir “Hugolatres”lar vardı ya, ben de Kemal’e karşı öyle bir
haldeydim. O, iyi derse iyi, o fena derse fena idi. Bilmem, benim için bu böyleydi. Hem o vakitler, öyle
birbirimize düşmanlıklar, çekememezlikler falan ne gezer; aksine, aramızda birbirimize karşı büyük
bir “enthousiasme” vardı. Sonraları, Kemal’in tesirinden kurtulduğum zaman, eskileri de okudum ve
gördüm ki onlarda da nefis şeyler var. Meselâ Nef’î’ye, âhenginden dolayı, ilk defa ben “Vagneriyen
bir musikisi var” demiştim. Fuzulî de gayet büyük bir liriktir. Nedim ne zarif, ne sihirleyici bir adam…
İşte bu adamları hep çevreleri yaratmış. Hani dehâlar, çevrelerinin dışına çıkar falan di yorlar. Doğru-
sunu isterseniz, bu bana biraz müba lağa gibi geliyor. İnsanlar kendilerine fazla ehem miyet veriyorlar.
Ne dersiniz? Nedim’i, neşelerle dolup taşıran çevresi; Fuzulî’yi inleten de çevresi, Nef’î’yi köpürten de
çevresi, Kemal’i öyle ateşli ve ihtilâlci bir ruhla yetiştiren de yine çevresi değil miydi? Öyle değil mi ya?
Edebiyata bu kadar yürekliliği, yükseklerden haykırmayı, zannederim, romantizm verdi. Yoksa kuşa-
tılmış olan bir şey, kendisini kuşatan engellerin dışına nasıl çıkabilir?..”
Sami Paşazade Sezai Bey ne kadar samimiyetle konuşuyordu. Edebiyat-ı Cedide neslinin; sözleri
çok daha enine boyuna uzatan, daha derinliğine ve ruh enginlerine sapan, daha marazî ve daha bil-
giç insanlarıyle karşılaştırdığımız zaman, şimdi karşımda bulunan kimse daha saf, saadete, ilerleme
ve ge lişmeye daha heyecanlıca, daha iyimser bir şekilde inanmış bir adam hali gösteriyordu. Maupas-
sant’lara, Daudet’lere, Flaubert’lere nisbetle Nodier’ler, Lamartine’ler gibi!.. Ve yeni edebiyatımızın
başlangı cındaki iyimser ruhlu, konak terbiyesi, sonradan alınma Avrupa terbiyesinden daha kuvvetli;
bütün o garplılaşmış görüş ve inançlarına rağmen şark ruhlu kibar insanların, eski ailelere mensup
ediblerimizin en belirli ve seçkin örneğini Sezai Beyefendi’de gördüm.
— Tanzimat Edebiyatı’nın ilk devri hakkında ne düşünüyorsunuz efendim?
Başucunda asılı büyük kafeste, dinlenmeden öten, bir saka ile kanaryaya bakıyordu.
“— Ben kuşları pek severim efendim. Renkle rine falan bayılırım. Bende yüzlerce vardı; fakat İspan-
ya’da kaldı.”
Sonra sorduğum suali hatırlayarak:
“— Tanzimat devrini ben anlamıyorum. Bu Tanzimat, bizim bildiğimiz, siyasi bir harekettir.”
— Doğru efendim; fakat o zamana tesadüf eden edebiyata şimdi bu ismi veriyorlar.
251