Page 4 - Türk Dili ve Edebiyatı 11 | 9.Ünite
P. 4
9. Ünite
“— Ee pek âlâ, şu halde sorduğunuz Şinasi ola cak öyle mi? Kemal’in ortaya çıkıp kendini göster-
mesinde Şinasi’nin büyük bir hissesi vardır. Ben Kemal’e ne kadar meftunsam Kemal de Şinasi’ye o
kadar meftundu. Şinasi’ye, dünya’da, kimseyi üstün tutmazdı.”
Elleri pantalonunun cebinde, Sezai Bey dur maksızın geziniyordu. Birden hızla durdu:
“— Aman unutmayalım; o zamanın edebiyatına büyük hizmet edenlerden biri de Recaizade Ek-
rem’dir. Recaizade Ekrem’in güzel, yüksek şiirleri vardır. Sonra, edebiyatın ruhuna kadar dalabilen bir
görüşü vardı. Ve bir adamın hayatında, şairliğinden daha yüksek bir şahsiyet olması mümkünse, Ek-
rem işte o idi. Ben edebiyatın ruhunu bunun ka dar anlayan bir adam tanımadım. Meselâ Tevfik Fikret
daha mektep sıralarında iken, onun ileride en büyük şair olacağını bize Ekrem söylerdi. Halit Ziya’yı
da ilk o keşfetti. Sonra, meselâ, Paul Bourget yeni yeni eser yazmaya başladığı zaman “Bu adam fena
değil ama üslûbu o kadar büyük bir üslûb değil” diye o söylemişti. Sonra sonra Avrupa’ya gittiğim za-
man, salâhiyetli adamlardan Paul Bourget hakkında aynen üstadın fikrine uygun dü şen fikirler işittim.
Edebiyatı Ekrem, Kemal’den iyi anlardı. Ooo, şüphe yok, onun bir eseri beğenmesi, onun bir sanatkârı
takdir etmesi, gerçekten, o ese rin ve o sanatkârın muvaffak olmasını temin eder di. Bence o kadar
sağlam ve güvenilir bir zevki vardı. Şüphe yok, bu hususta tam bir kanaatim vardır.”
(Damarlarının izleri görünen narin elini, eski bir şarklı gibi, göksüne koydu).
— Hâmid Bey için ne düşünüyorsunuz?
“— Hâmid’in dehâsına vaktiyle hücum eden lere karşı sözlerimiz, müdafaalarımız bugün bütün
zekî ve edib olan bir nesil tarafından tasdik olundu. Hâmid’e benim ayrıca, hususi bir minnettarlığım
daha vardır; o da bana Sâdi’yi göstermiş olmasıdır.”
— Efendim, Hâmid Bey hayli okumuş bir adamdır değil mi? Gerçi kendisi, tevazu göstererek, pek
az okuduğunu söylüyorsa da; hiç tarihi kurcalamamış bir sanatkâr o eski Yunan âlimlerinden, İs lâm
tarihine ait birçok tarihi olaylardan öyle trajediler yaratabilir miydi? Felsefeden nasibi olma yan bir
adam, bir Aristo’dan nasıl bahsedebilir, İs lâm felsefelerini böyle açıklıkla ve rahatlıkla nasıl gösterebi-
lir. Zâtıâlîniz tabiî onun bunları tetkik edip etmediğini, bir arkadaş sıfatiyle pek çoklarından iyi bile-
ceksinizdir!.
“— Ee tabii okurdu efendim, başka türlü na sıl olur?”
— Efendim, edebiyatta yapmak istediğiniz neydi?
“— Ben kendimden bahsetmeyi sevmem... Değ mez ki bahsedeyim, işte “Sergüzeşt”i yazdım, “Kü-
çük Şeyler”i yazdım, “Rümuzüledeb”i yazdım. Bir de, yedi sene müddetle Paris’te çıkan “Şûrâ-yı Üm-
met”te edebî ve siyasi makalelerim vardır.”
Bununla beraber Sezai Beyefendi, benim ikinci bir sualime karşı “Sergüzeşt”i kendilerine ilham
eden şeyi ağızlarından kaçırdılar:
Boğaziçi’nde geniş bahçeleri, kalın çınar ve fıs tık ağaçlarının gölgesine uzanmış durgun, loş ve se-
rin havuzları, büyük ve geniş bağları, ihtişamlı konakları olan -Mısırlılar’a ait- malikânelerden bi rinde
bir bahar günü gezerken, esir kadınları ve kızları, halayıkların hayatını düşünmüşler. Ve bu kendilerine
romanlarını ilham etmiş; bizim edebiya tımızda ilk defa olarak tezli romanı, bir “Jack”dan ziyade bir
“Graziella”yı, hatırlatan, yani realist olmaktan ziyade romantik olan romanı yaz mışlar.
Edebiyat-ı Cedide için şöyle söylediler:
“— Ben bu benlik davalarının edebiyatta katiyyen taraftarı değilim. Evvelkiler bir şey yaptı, sonra-
kiler bir şey yapamadı demek insafsızlık olur, ayıp olur. Bizi dilsizlikle, edebiyatsızlıkla suçlayan başka
milletlere karşı iftiharla gösterilecek bir ede biyatımız varsa o da Kemal’lerden, Hâmid’lerden son-
ra -hiç şüphesiz- Edebiyat-ı Cedide’dir. O ede biyat cidden memleket için de iftihara lâyıktır. Şüp he
yok, şüphe yok. Meselâ ne kadar nefis yazıyor Cenab Şehabettin!.. Ben Cenab’ı, bir dakika dur mam,
o seçkin şair Tevfik Fikret’e tercih ederim. Fakat Fikret’de de dil, Allah için, çok ayıklanmış, sağlam,
252