Page 5 - Türk Dili ve Edebiyatı 11 | 9.Ünite
P. 5
Mülakat ve Röportaj
temizdir. Musset’nin “Nuia”leri, Fikret’ in de “Sis” eşsizdir.
Doğrusu Tevfik Fikret’i ben “Sis”de gördüm. Halit Ziya da
Edebiyat-ı Cedide’nin en büyük temsilcilerinden biridir.
Üslûbu ne fistir, bir üstad üslûbudur. Sonra hikâyeyi de pek
ileri götürdü. Tam sanatkâr... Süleyman Nazif de unutula-
cak bir adam değildir; Kemal’in âhenginin mirasçısıdır. Tabiî
tekâmül, devamlı bir ilerleme şeklinde devam ediyor. Ede-
biyat-ı Cedide de o ka nuna uymuştur. Fakat ben şiirde fazla
yeniliği pek anlamıyorum. Bu iddia bana biraz aşırı görünü-
yor. Ama bu yalnız bizde de değil, Avrupa’da da öyle. Hayır,
şöyle diyelim: Yeniliğini değil, fakat pek yeni şeyler getir-
miş olduğu görüşünü anlamıyorum. Me selâ Homeros’un,
Shakespeare’in, Racine’nin yazı ları var ki, gününde nefisti,
bugün de nefistir. Hiç: “Ben dün bir şafak seyrettim; bu şa-
fakta eskisine göre bir ilerleme vardı”, “Dün sabah bir bül-
bül dinledim, bülbülün ötüşünde geçen bahara göre daha
bir güzellik vardı”, “Dün bir çift siyah göz gördüm, bu siyah
gözlerde eskisine göre bir ilerleme vardı” denir mi? Ee, şiir
de biraz böyle değil mi?”
Sami Paşazade Sezai
Kalın sesiyle uzun uzun güldü. Kahkahaları, öksürük-
leriyle zaman zaman kesiliyordu. Bu gürültüler arasında sarı kuşla kırmızı başlı kuşun beyaz göksü,
renkli renkli kanatları çırpınıyor, ince ince ötüyorlardı.
Sezai Bey yine gezinmeye başladı...
— Vezin için ne düşünüyorsunuz efendim?
Yine avuçlarını masaya dayadı:
“— Benim fikrimce” dedi “edebiyat, bırakmalı serbestçe gelişsin, ilerlesin; serbest serbest tekâ-
mül etsin. En doğrusu bu değil mi ya? Öyle, aruz vezni olacak, parmak vezni olmasın, terkipli olacak,
terkipsiz olmasın gibi sözler bence boştur. Yok, yok şu “boş” kelimesini geri alalım; kimseyi gücen-
dirmesini sevmem. Hem doğrusu da boş değil. Belki onların da hakkı vardır. Ne diyelim, ne diyelim?
Lüzumsuzdur, katiyyen lüzumsuzdur. İnsan böyle diyeceğine, demeli ki: “Güzel Olsun!.” Güzel şey, her
ne suretle yazılırsa yazılsın, daima güzeldir. Mese lâ Mehmet Emin Bey’in şiirleri var ki cidden ho şuma
gidiyor. Kendisini şahsan tanımam; fakat ol sun, güzel şiirleri var. Bizim Yahya Kemal Bey’in de öyle.
Azdır falan ama iyidir. Ben o genci Pa ris’ten tanırım. Ee, kuvvetlidir. Sonra daha genç lerde de pek
zevkimi okşayan yazılar var.”
Müsaade istedim.
“— Yine buyrun. Bu tanışmamıza vesile oldu, görüşelim!. Bendeniz edebiyat hakkında karşılıklı
sohbet etmekten son derece zevk duyarım. Bizim Hamdullah’ı da görürseniz gözlerinden öperim.”
dedi.
Sokağın ince yağmuru altında ıslanırken gözlerimin önünde hep, ilk defa görüşmek şerefine nail
olduğum bu edibin hayâli canlanıyordu:
Alnı tepesinden yüksek, yassıca büyük bir baş, çökük iki yanak ve onların zayıflığıyla daha bü-
yümüş sivri bir burun. Çukur şakaklar, gayet kalın ve siyah kaşların altında, derine saklanmış gözler.
Yüzünün zayıflığını daha da fazlalaştıran ve rengini uçuklaştıran kalın, uzun bıyıklar; çıkıkça bir omuz,
içerlekçe bir göğüs, asabi bir mizâc, nazik, asil ve saf bir ruh!..
Ruşen Eşref Ünaydın, Diyorlar ki
253