Page 14 - Türk Dili ve Edebiyatı 12 | 4.Ünite
P. 14
4 ÜNİTE
Beline dayalı yumruklarıyla patoza yaklaştı, durdu. Çatık kaşlarıyla işe bakıyordu. Kızgın güneşin al-
tında desteciler kan ter içindeydiler. İnsan dayanısının çok üstünde bir sıcak, ter, kaşıntı. En çok da kaş-
lardan gözlere süzülen tuzlu ter yakıyor, sonra da kızgın toprağa kan damlaları kıvamında düşüyordu.
Küçük ağa yanı başında kavuşuk elleriyle dikilen ırgatbaşıya döndü:
“Aferin Cemo. Bitir bu işi bu hafta, gerisine karışma!”
(...)
“Senin canın sağ olsun. Ben de Cemo’ysam bu iş bu hafta tamamdır!”
(...)
Küçük ağa koşar adım yapılan işe memnunlukla baktı, coştu birden:
“Ha babam kardaşlarım ha!”
Irgatlar yekindi. Koca koca demetler daha büyük bir hızla patoza koşturulmaya başladı. Öyle hızlı, öy-
lesine müthiş bir çalışma başını almış gidiyordu ki, küçük ağa bile bu hıza kendisini kaptırmıştı. Patoza
az daha sokuldu. Ne saman tozu, ne sıcak...
“Ha babam kardaşlarım ha, ha babayiğitler ha, ha aslanlar ha!!! Bu işi bu hafta bitirin, ben de insan-
sam kalmam altında!”
Irgatbaşı da çalışmanın hızına kendini kaptırmıştı. Tempoyu daha da hızlandırmak, ağanın gözüne
büsbütün girmek için, “Devir, devir, devir!!!” diye bağırdı. “Ha babam kardaşlarım ha, ha babayiğitler
ha, ha aslanlar ha!!!”
“Devir ha, devir ha, devir!”
“Ha, ha, ha, ha!!!”
İş hızlandıkça hızlandı, baş döndürücü bir hâl aldı.
“Devirin ha, devirin ha, devirin!!”
“Ha ha ha ha ha haaaa!”
Beden kalınlığında demetler, patozun doymak bilmeyen ağzından içeri devriliyordu. Irgatlar öfkeyle,
kinle, hınçla çalışıyorlardı. Damarlarda dolaşan kan değil, milyonluk kilovatlardı sanki.
“Ha babayiğitler ha, ha aslanlar ha!!”
Arada tersten esen sıcak, kavurucu hava, sarı pırıltılarıyla duman gibi ortalığa savrulan saman tozu-
nu Ali’yle Hidayet’in oğluna çeviriyor, toz gözlüklerine rağmen gözlerine girip yakıyordu. Bir ara Ali,
gözlerini tozdan, terden açamaz hâle geldi. Geldi ama, işin baş döndürücü temposunun büyüsüne öyle
kapılmıştı ki... “Devir ha, devir ha, devir!!!”
İyice yumulmuştu gözleri, açamıyordu. Açsa cayır cayır yanıyordu. “Mank” denilen cinsten koyu bir
sersemlik içindeydi. Terden sırılsıklam paçavralar da boynundan kaymıştı. Saman tozu alabildiğine
üşüşüp yakıyor da yakıyordu. Kavruluyordu boynu, boğazı, göğsü, gözleri. Sanki acı kırmızı biber eke-
lenmişti.
“Devir babam, devir babam, devir!!!”
Paydos en azından yarım saat geçmişti. Hâlâ: “Devir ha, devir ha, devir!!!”
Ali birden kendini kaybederek sendeledi. Doğrulmaya çalışacakken kocaman bir demet geldi çarp-
tı, dengesini bozdu. Hiç kimse farkında olmadı. Yanı başındaki Hidayet’in oğlu bile. Küçük ağa ha bire,
“Ha kardaşlarım ha,” diyordu, “ha babam kardaşlarım ha!” Demetler demetlerin ardından. Bir an oldu
ki Pehlivan Ali’nin koca bedeni, yığılan demetlerin arasında yitip gitti. Sonra bir çığlık, patozu sarsan
müthiş bir çatırtı, iş durdu. Hidayet’in oğlu toz gözlüğünü alnına kaldırıp Ali’ye baktı, sonra iki eliyle yü-
zünü kapatarak çömeldi.
“Ne var yahu? Ne oldu?”
Hidayet’in oğlu fırladı, şaşkınlıkla patozdan atladı, kaçmaya başladı. İşi anlayan usta koşarak gelmiş-
ti. Gördü, kireç kesildi o anda. Irgatbaşıyla hemen patoza tırmandılar. Pehlivan Ali’nin terli bir külçeye
dönmüş bedeni patozun ağzına kapanmıştı. Güçlü iki ırgat Pehlivan Ali’yi kaldırmak istediler. Ağırdı,
baygındı. Yardıma iki kişi daha katıldı. Zorla patozun ağzından aldılar.
(...)
Usta çılgına dönmüştü. Küçük ağanın üstüne yürüdü:
(...)
Beyaz gömleğini iki eliyle yakalayıp sarstı:
“Ne dikiliyorsun? Arabana atıp götürsene şehre!”
160