Page 13 - Türk Dili ve Edebiyatı 12 | 4.Ünite
P. 13

ROMAN



                Köse Hasan neden sonra yüzünü öteye çevirdi. Bu, onu bırakıp gitmek için öteberilerini toplamaya
             başlayan hemşerilerini görmemekle birlikte, bakışlarıyla onları rahatsız etmemek içindi. Hemşerileri-
             nin birer hırsız gibi, suçlu gidişlerini görmedi. Yalnız, öfkeli sesini işitti Köse Topal’ın:
                “Boyları devrilesiceler!”
                Şıp, döndü:
                “Niye,” dedi. “Niye emmi?” Topal daha çok Köse Hasan’a kızgın:
                “Niyeymiş. Niyesi var mı? Hasta hemşeri bekâr damında konulup gidilir mi? Günah be!”
                Ağlayan sesiyle gene de hemşerilerini kayırdı:
                “Ne yapsınlar? Onlarınki de ekmek derdi, geçim derdi. Gözü çıksın.”
                Köse Topal iyiden iyiye kızmıştı Hasan’a:
                “İyi öyleyse, benden de yardım olmayacağına göre, ne hâlin varsa gör!”
                “Aaaamaaan bre emmi,” dedi. “Ölmüş eşeğin kurttan korkusu mu olur?”


                Hasan çok kötü yaşam koşullarının içinde tek başına ve parasız kalır. Yusuf ile Ali inşaatta çalışırken
             zamanla birbirlerinden uzaklaşırlar. Yusuf bir süre sonra duvar ustası Kılıç Usta’dan duvar örme işini
             öğrenir ve kendisi de usta olur. Taşeronla arası açılan Kılıç Usta işten ayrılır ve yerine Yusuf geçer. Bu sı-
             rada eski kaldıkları yerden gelen bir işçi Hasan’ın öldüğünü Yusuf ile Ali’ye haber verir. Ali bir süre son-
             ra inşaattan ayrılır. Bir çiftlikte ırgatlığa başlar, daha sonra harmana gider. Ali’nin yeni çalışma alanında
             ırgatbaşı, patozda koltukçuluk yapan tecrübeli iki işçiden hoşlanmamaktadır. Onları tecrübe isteyen bu
             zor işte Ali ve Hidayet’in oğlu Mıstık’la değiştirmek ister. Diğer tarafta Yusuf iyi bir duvar ustası olmuş-
             tur. Taşeron ile şoför, yapının çimentosunu çaldıkları için inşaat sahibi Neşet Bey tarafından kovulur ve
             inşaat yarım kalır.



















                Aşağıda Ali’nin saflığından yararlanan ırgatbaşının, onu Mıstık ile birlikte çok tehlikeli ve tecrübe
             isteyen koltukçuluk işinde çalıştırmaya başladığı gün yaşananları okuyacaksınız.
                Günler art arda geçiyordu.
                (...)
                Ustaysa, elinde yağdanlık, makineleri yağlarken kıpkırmızı, bıkmış usanmıştı bu işlerden.
                (...)
                Çoluk çocuk yüzünden kendini dolap beygiri gibi görürdü. Çoluk çocuğu olmasa, ya da daha bol bir
             kazanca ulaşsa neler geçmezdi aklından! “Bir piyanosu olsun isterdi her şeyden önce. Bir piyanosu olsa,
             yıllardır içine is gibi sinen can sıkıntısından sıyrılıp çıkacağını sanırdı. Beethoven’a hayrandı. Daha doğ-
             rusu, Beethoven’ın gururuna hayrandı. Türkçe’de Beethoven üzerine ne kadar kitap, yazı yayımlanmış-
             sa hemen hemen hepsini satın almış, yer yutar gibi okumuştu. İşlerin durduğu, haftalarca dinmek bil-
             meden yağan yağmurların başladığı karanlık kış günlerinde, çarçabuk mahallesindeki kerpiç evinin
             nispeten aydınlık bir köşesine çekilir, boyuna okurdu. Ama en çok okuduğu Beethoven üzerine yazıl-
             mış şeylerdi. Böyle zamanlarda kendi de Beethoven olurdu. İşbaşında küfürbaz, kaba bu adam, Beetho-
             ven’in sağırlığına hüngür hüngür ağlamıştı.
                Yola baktı. Küçük ağanın otomobili tozu dumana katmış geliyordu: İşine koyuldu.
                Otomobil, patozun yirmi metre kadar açığında durdu. Küçük ağa direksiyondan yere atladı. Kolları
             dirseklerine kadar sıvalı, püfür püfür beyaz ipek gömleği, ince sadakor pantolonu, geniş kenarlı beyaz
             hasır şapkası...






                                                                                                    159
   8   9   10   11   12   13   14   15   16   17   18