Page 22 - Türk Dili ve Edebiyatı 12 | 4.Ünite
P. 22

4   ÜNİTE




                   Bu vakit nerede buluruz onu? Atölyesinde yoktur.
                   —Olsun. Bir uğrarız.
                   Kalktılar. Dışarısı soğuktu. Pasajdan geçip, İngiliz elçiliğinin yanından aşağı yürüdüler. Az sonra Sadık,
                   —Vay canına! dedi. Pencereleri ışıklı. İşte şurası.
                   Bir kibrit çakıp kapıdaki dört düğmeyi aydınlattı. Parmağını en üsttekine bastı. Yukarı katta açılan
                pencereden bir baş sarktı.
                   —Kim o?
                   —Benim. Sadık! Yanımda seni görmek isteyen biri var. İn de kapıyı aç.
                   —Olmaz.
                   (…)
                   —Yanındaki kim?
                   —Sadığı dürtüp susturdu.
                   —Benim! dedi.
                   —Dur bakayım; yoksa sen misin C.?
                   —Tamam.
                   —Sen daha ölmemiş miydin?
                   —Hayır. Bilirsin, yarın ölecem ben.
                   —İyi, iyi. Anahtarı atıyorum.
                   Geçenler onlara bakıyorlardı. Sadık bağırdı:
                   —Tembel herif, kendin insene! Anahtar kırılır.
                   —Kırılmaz. Mendile sardım.
                   Mendil yanlarına düştü. Kapıyı Sadık açtı. Karanlık merdivenlerden kibrit çaka çaka çıktılar. Yukarda
                atölyenin kapısından gelen ışıkta, Kemal’i iki yıldır değişmiş, yaşlanmış gibi gördü.
                   —Oh, oh! Sağ salim çıkabildiniz ha! diyordu.
                   Sarılıp öpüştüler. Çevresinde yazdan beri unuttuğu o yağlıboya, beziryağı kokusu vardı. Birden bura-
                ya geldiği için bir pişmanlık duydu.
                   (…)
                   Kapıyı açtı. Kemal,
                   —Nereye gidiyorsun? diye bağırdı.
                   —Başım ağrıyor, dedi. Eyvallah!
                   Kapıyı kapayıp merdivenlere doğru yürüdü. (İçerde Sadık, Kemal’in kolundan tuttu.)
                   —Bırak gitsin, dedi.
                   —Ne oldu? Neden gitti.
                   —Tanımıyor musun onu? Hep eskisi gibi. Aklına esti mi basar gider. Sekiz aydır görünmüyordu. Bu
                akşam bir pastaneden çıkarken karşılaştık.
                   (…)
                   ‘Korkuluksuz köprüden geçer gibiyiz,’ diyor. Bütün değerlerini yitirmiş, dayanacak bir şey arıyor. Ya-
                kında büsbütün kaçırırsa şaşmam. İşte böyle. Paris’teyken hiç Leger ile konuştun mu?)
                   Dış kapıyı çarpıp çıktığı sokak tenhaydı. Şehirdekilerin çoğu şimdi ya yataklarında ya da yataklarına
                yakındılar. Caddeye doğru yürüyordu. Karşıdan gelen bir kadın onun uzağından dolaştı. Arkasından git-
                medi. Biliyordu. Yanından hızla geçen taksiye baktı. İçinde oturan kadınla erkek sanki iki mankendiler.
                “Neden? Neden böylesiniz?” Olanla yetinerek, aramadan, düşünmeden yaşanılsın diye yaratılmış bir
                dünyada yalnızdı. Sırtı kaşınıyordu. Eve gidip yıkanacaktı.
                   Bir ara karıncaları düşündü. Yağmur dinince saklandıkları yerlerden çıkıp, tatlıcının tek parça, bü-
                yük camından gördüğü caddeleri dolduranlar, bir çalışma, didinme mutluluğu içinde yürür gibiydiler.
                Yarım saat önce girdiği bu tatlıcı dükkânından önündeki küçük alanda değneğini sallayan trafik poli-
                sini görünce, çok eskiden gene burada oturduğu bir günü hatırlamış; bir bardak portakal suyu içmiş;
                sağındaki karyağdı paltolu adamın baklava yediğini bilmekten gelen iç bulantısıyla –başkalarının iştah-
                la yiyebilmeleri alçakça bir haksızlıktı— yağmur dinince çıkıp bir sinemaya gitmek kararını vermişti.
                Oysa şimdi karıncaları düşünüyordu. Sinemaya gitse, biliyordu, başının ağrısı artacak, içinde hep o bir
                yere geç kaldığı duygusu olacaktı. O yer belki de burasıydı. “Neden olmasın? Onu bu şehrin bir yerinde
                görmeyecek miyim? İşlerine çabuk varmak telaşındaki şu karınca sürüsünün arasına karışmaktan şa-
                şırmış, neden bu camın önünden geçmesin?” Kulakları caddenin gürültüsüyle doluydu. İnsanların, ta-






                 168
   17   18   19   20   21   22   23   24   25   26   27