Page 4 - Türk Dili ve Edebiyatı 9 | 9.Ünite
P. 4
9. Ünite
1 Haziran
2. Metin Gerçek bir ay başlangıcı. Yazın geldiği ortada. Hava sıcak ama boğucu değil.
Bozkır, yazın geldiğinin farkında. Ankara’da yaz başlangıcı böyle mattır; kaldı-
rımlardan, topraktan fışkırmaz sıcak. Yayılır, havada durur, renkleri parlaklaştırır.
Güneş, uzun süre yerine çakılı kalır.
Selçuk Baran’ın Baraj’daki evine çağrılıydık. Ayhan’ın elinden çıkma bir ev. Bir
kadının arayabileceği bütün incelikler düşünülmüş. Bulaşığı, yemek yapmayı
kolaylaştıracak yığınla ayrıntı.
Geniş bir çayır var evin önünde. İğdelerin, ezik papatyaların kokusu çayırı ve evi tutuyor. Bir iki
gelincik bile serpilmiş en kırmızısından.
Küçük tahta bir köprüyü aşıp toprak yola varıyorsunuz. Dere kıyısında salata, marul yetiştiriyorlar.
Noel ağaçlarını andıran kocaman, yeşil şeyler. Bir kulübede de tavşanlar var.
Selçuk’la attık kendimizi çayıra... Küçücük bir alanda ne çok, ne çeşitli otlar, dikenler, daha bilmem
neler var! Birbirlerinden birbirlerini besliyorlar.
İneklerin, kuzuların sesi, çok uzaktan geliyor oysa burnumuzun dibindeler.
Yemeğimizi yarı karanlıkta yedik, bulaşığı karanlıkta yıkadık, çöpü karanlıkta dereye döktük. Zaten
en ufak bir ışık olsa, korkacaktık. Selçuk, coğrafya kitaplarının deyimiyle, ‘rejimi düzenli’ bir ırmaktır.
Ama Anadolu’da olduğundan, taşmaya hazırdır hep. İstemese de.
Topladığımız iğdeleri geniş çanaklara yerleştirdik. Bütün gece ev iğde koktu.
26 Aralık
Öykü kitabım çıkmış. Cağaloğlu’na inip alacağım birkaç tane.
Hava yağmurlu, pis.
Köprünün tam ortasındayken yaygın, büyük bir kızıllık aldı gözümü. Şoför de şaşırdı. Birilerine
sorduk, Gürün Han’da yangın çıkmış. Öteki hanlara da sıçramış.
Halk öyle alışık ki böyle olaylara, kılı bile kıpırdamıyor. Sıkışan trafiği yarıp güvercinlere yem atan-
lar var, kimse başını çevirip yangına bakmıyor. Oysa gök ürkütücü, kara dumanlarla kaplı.
İlk kitabımı basacak biri çıktığında bayağı sevinmiştim. Çünkü büyük çoğunluğun çarçabuk be-
nimseyeceği bir iş yaptığımı sanmıyorum, bunu anlamam epey vakit aldı ama artık kimlere seslendi-
ğimi biliyorum. Bana dar, küçük gelen hiçbir şeyi kullanmayacağımı da.
Üç-beş kitap alıp eve döndüm. (...)
14 Haziran
Hacer hanım geldi ansızın. Öldü sanıyordum; hiç bu kadar açmamıştı arayı. Geçen yaz son gel-
diğinde, hastaydı zaten: çarpıntı, damar sertliği, gerginlik. Hacer hanımın hayatı “anlatılsa, roman
olur.” Birkaç hikâyeme konuk sanatçı olarak katıldı. Şöyle diyeyim Katherine Mansfield’in ağzından:
Geçmişini düşünüp ağlayacak vakti yoktur onun. İyi ki. Çünkü baştan başlasa, bir kerecik ağlasa, bir
daha sonu gelmez gözyaşlarının. “Dünyada rahatça bu kadar gözyaşı dökebileceği bir yer de yoktur
üstelik.”
Sevincimden, elim ayağım birbirine dolandı. “Puf böreği yap,” dedim, “istersen dolma, canın ne
istiyorsa.” Yoksa biliyorum, alacak eline süpürgeyi ya da camları silmeye kalkışacak. Hiçbir iş yapmazsa
da, benim para vermem güçleşecek.
248