Page 86 - Sosyal Bilimler Liseleri Oku-Yorum Yazı-Yorum Projesi Öğrenci Seçkisi
P. 86

KALEMİMİN UCUNDA HAYAT


               Bu aralar, hassas kalpler -kaldıysa tabi- ilgimi çekiyor.  İçinde bulunduğumuz yüzyılın eksiklerini ara-
        maya başladım farkında olmadan. Her şey tatsız, ruhsuz, acımasız, samimiyetsiz, özgünlükten uzak görün-
        dü gözüme. Gelecekle de geçinmeye pek gönlüm yok gibi. Eskilerin tadını alamıyorum diyorum oysa ben
        yirmi beş yaşında bile değilim ki. Ama bana sorarsanız ben istediğim her dönemdeyim. Zamansız gibiyim
        ama bir türlü 21. yüzyılda olamadım. Sevemedim ben bu yüzyılı. Sonra baktım ki benim gibi bu yüzyılla
        anlaşamayanlar: Hassas kalpli insanlar. Hepimiz için bu sorunun kaynağına eğilmek istedim.

               Duygularını, geçmişlerini, karakterlerini bir sandığa koyup atalarının belki eskimiş belki yıkılmış ev-
        lerine fırlatıp gitmiş insanlar. Birilerinin yüreğine dokunmak imkânsız hâle gelmiş. Belki, bazı birilerinin yü-
        reğinde birkaç saniye bir kor alevleniyor ama bu öyle bir yüzyıl ki herkes o günün telaşına öyle bir kapılmış
        ki kimse insan olmak neydi kafa yormuyor. Modern, acımasız robotlara dönüşmüş gibi insanlar. Evet, geç-
        mişte yaşanmış yadsınamaz ama insanlar bir şekilde mutluymuş. Hangi ihtiyara sorsanız, eskiden her şeyin
        ne kadar zor olduğunu anlatır. Ama birçoğu hatırlamaz ki her şeye rağmen bir şekilde mutlu olunduğunu.
        Kalabalık, dünya artık çok kalabalık… Eskiden olduğu gibi mahaller daha sakin, evler daha az katlı, insanlar
        başka mahallelerdeki insanları bile tanıyor olsaydı, af olsaydı… Biz şimdi aynı apartmanda yaşadığımız in-
        sanları bile tanımıyoruz. Bırakın tanımayı acaba hırlı mıdır, hırsız mıdır diye selam vermeye bile çekiniyoruz.
        Eskileri anlatırken bile bu yüzyıla kavga etme isteğimi kontrol edemiyorum. “Neden böylesin?” demekten
        kendimi alamıyorum. Kalabalık, kirli şehirleri eskiye döndürmek istiyorum. Zorluklar ve yoklukların insan-
        lara varlığın kıymetini öğrettiği günlere döndürmek. Şimdi gelip ’’şöyle zordu, böyle yokluk vardı’’ diyenler
        illa olacaktır. Onlara bile razıyım içsel mutluluğuma kavuşacaksam, gerçek sevgi nedir göreceksem.

               Ben seksenli veya doksanlı yıllarda, radyodan yükselen o karizmatik sesin ’’Ankara Radyosu… Ses-
        lendirenler… Arkası Yarın’’ demesini dinlemek istiyorum. Yetmişlerde mahalledeki çocuklarla kendi ken-
        dimize yarattığımız oyunları oynamak, mahallede tek televizyon olan evde Kemal Sunal, Tarık Akan, Adile
        Naşit, İlyas Salman, Münir Özkul, Şener Şen filmleri izlemek istiyorum. Zeki Müren’i, Tanju Okan’ı, Sezen
        Aksu’yu, Emel Sayın’ı, Uğur Akdora’yı sokaklardaki afişlerde görmek istiyorum. Eskiden sinema sektörü bile
        ayrı bir samimiymiş. Adile Naşit’in birbirleri için nasıl yol parası biriktirdiklerini dinlerdim. Kemal Sunal ve
        eşinin; rutubet kokan evlerine misafir geleceği zaman kızartma yaparak kokuyu bastırma fikrini, bir buluşa
        imza atmışlarmışçasına heyecanlanırdım. Filmlerini izler, o aile sıcağını, dostluğu hissederdim. Yüzleri bile
        ne kadar doğalmış değil mi? Makyaj yok, insanların yüzlerini değiştiren efektler yok. Hababam Sınıfı izleyin,
        ne demek istediğimi anlarsınız. Şimdilerde gençlerin saklamak için binbir türlü uğraş sarf ettiği o sivilceler
        bile ne kadar normal duruyormuş. İnsan, insan olduğu için seviliyormuş. Sobada kestane yemek ne de
        zevkli olurdu. Doğanın katledilmediği, her şeyin gerçekten  ’’doğal’’ olduğu zamanlarda yiyeceklerin ne ka-
        dar lezzetli olduğunu bilmek isterdim; çok para kazanmak için ilaç dolu şeyleri organik diye fâhiş fiyatlara
        satan hilekâr satıcılardan almak yerine. Altmışlı yıllarda Oktay Rıfat’ın, Cemal Süreya’nın kitaplarının çıkma-
        sını beklerdim, üç beş kuruş biriktirir hemen alırdım. Ellili yıllarda dünyayı kasıp kavuran Marilyn Monroe
        tarzı saçlar yaptırmak, kıyafetler giymek isterdim. Tabi eskilerin hep bahsettiği zorluklardan nasibimi alır,
        gazetede Türk askerinin Kore Savaşı için Kore’ye gittiğini okur, onlar için dua ederdim. Sonra o gazeteyi
        gecekonduda ısınmaya çalışan aileme götürürdüm. Soba bütün evi ısıtmazdı belki ama birlikte oluşumuz
        içimizi ısıtırdı. Kırklı yıllarda modernleşmeye çalışan Türkiye’yi izlerdim. Varlık dergisini alır, bir gün edebiyat
        kitaplarında yer edinecek o şairlerin şiirlerini sıcağı sıcağına okurdum. Dünyayı etkisi altına alan II. Dünya
        Savaşı’nı takip ederdim. Bu durumda yeni kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti neler yapıyor, diye bakardım.
        Otuzlu yıllarda Atatürk’ümü izler, dinlerdim. Bir vatanın varoluşuna şahitlik ederdim. Gazetelerde her yeni
        fabrika, opera binası, müze açılışı haberlerini gördükçe sevinirdim. 10 Kasım 1938 hiç gelmesin isterdim.
        Evet, fikirler ölmez belki ama insan yine de kanlı canlı yanında istiyor Atatürk’ünü. Yirmili yıllarda özgürlü-
           84
   81   82   83   84   85   86   87   88   89   90   91