Page 171 - Türk Dili ve Edebiyatı - 10 | Beceri Temelli
P. 171
Ortaöğretim Genel Müdürlüğü TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 10 80
2.ÜNİTE > Hikâye Kazanım A.2.14: Yazar ile metin arasındaki ilişkiyi değerlendirir.
Alan Becerileri: Okuma Becerisi Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
Etkinlik İsmi Yazar ve Metin 25 dk.
Amacı Yazarın hayatı ve dünyaya bakışı ile metin arasında ilişki kurabilmek. Bireysel
Yönerge Metni okuyunuz. Soruları metinden yola çıkarak cevaplayınız.
(Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)
Eski Bir Yara
(…)
Babam, kasabamızdaki Guraba Hastanesinin kapıcısıydı.
Eskiden jandarma onbaşısı imiş. Attan düşmüş. Ayağı kırılmış. Üç ay hastanede yatmış. Fakat tama-
mıyla iyi olamamış. Bastonsuz gezemezdi. Topal, jandarma olamayacağı için işinden çıkarmışlar.
Fakat çoluk çocuk sahibi bir adam olduğunu düşünerek yattığı hastanenin kapıcılığına kayırmışlar.
O vakit, evimiz çok kalabalıkmış. Annem, büyükannem, dul bir halam, iki de kardeşim. Bu altı nüfus
babamın eline bakarmış. En arkaya kalan annem de gidince biz evde iki kişi kalmışız.
Babam, sabahleyin hastaneye giderken beni uzak akrabalarımızdan bir ihtiyar kadının evine bırakır,
akşam dönerken alırmış. Bir elinde zenbili, bir elinde ben, baba oğul evimize gidermişiz. Bu zaman-
dan aklımda kalan şey, ufak ufak gübre yığınlarıyla dolu bir bahçede tavuklarla oynadığım ve ara sıra
kocakarıdan dayak yediğimdir.
O vakitler babama çok sıkıntı veriyormuşum. Sakat bir adamın bütün gün yorulduktan sonra, bir de
geceleri çocuğa bakması müşkül iş… Fakat beni çok sevdiği için şikâyet etmezmiş. Bazı geceler uzun
uzun ağlarmışım. Besbelli kocakarıdan yüz bulamadığım için geceleri ona nazlanırmışım.
Komşular bu sese nasıl tahammül ettiğini sordukları vakit babam: “Ev halkı söz birliği etmiş gibi
birer birer çekilip gitti. Eski şenlikten bir onun sesi kaldı. Çok görmeyin!” dermiş.
(…)
Babam, konuşmayı çok seven tatlı dilli bir adamdı. Evde benden başka insan olmadığı için, çaresiz
benimle konuşurdu. Hem de yaşlı başlı bir insanla konuşur gibi.
Bana aklı erdiği kadar ahlaktan dinden, tarihten hatta politikadan bile bahsederdi. Her işimizi kendi-
miz görürdük. Moskof muharebesinden kalma türküleri söyleyerek çamaşır yıkar, tahta siler, sökük
dikerdik.
(…)
Memleketimiz, bitip tükenmez zeytin ormanları arasında şirin, sakin bir kasabaydı. Yaz, kış üstünden
güneş, etrafından yeşillik eksik olmazdı. Şiddetli yağmuru, fırtınası bile olmayan bu memlekette, bir
gün en beklenilmez bir kıyamet koptu: “Muharebe!.. “
Hudut, dört saat ötemizdeydi. Kasaba, birkaç saat içinde alt üst oldu. Ahalinin bir kısmı çoluk çocu-
ğuyla gerilere kaçıyordu. Fakat kimsesizler, fakirler buna çare bulamıyorlardı. Biz, tabii, kalanlar ara-
sındaydık. Babamın vazifesi vardı. Sonra bugünden yarına yiyecek ekmeği yoktu. Kasaba bir kışla
hâline geldi. Çarşılar kapandı. Boş evler asker tarafından işgal edildi. Bozuk kaldırımlı sokaklardan
gece gündüz süvari kafileleri, top arabaları geçiyordu.
İki gün sonra uzaktan uzağa top sesleri başladı. Ben korktukça babam ya bir şey bildiğinden yahut
da sırf beni teskin için:
— Korkma Halil… Düşman buraya gelmeyecek. Askerlerimiz inşallah onları darmadağın edecek,
uzaklara doğru sürüp götürecek, diyordu.
Babamın sözleri doğru çıktı. Bir iki gün içinde top sesleri yavaş yavaş uzaklaştı, sonra büsbütün kay-
bolup gitti.
Bu muharebe, uzaklardan geçen bir fırtınaya benzemişti. Gelen haberler çok iyi idi. Askerlerimiz
düşmanı önüne katmış sürüp götürüyordu.
169