Page 175 - Türk Dili ve Edebiyatı - 10 | Beceri Temelli
P. 175
Ortaöğretim Genel Müdürlüğü TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 10 82
2.ÜNİTE > Hikâye Kazanım A.2.15: Türün ve dönemin/akımın diğer önemli yazarlarını ve eserlerini sıralar.
Alan Becerileri: Okuma Becerisi Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
Etkinlik İsmi Metin ve Metnin Dönemi 25 dk.
Amacı Metnin dönem ve akımla bağlantısını kurabilmek. Bireysel
Yönerge Metni okuyunuz. Aşağıdaki soruları okuduğunuz metin çerçevesinde cevaplayınız.
(Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)
Köpek
(…)
Tüyleri, mangal altında sırtları yanmış kedilerinki gibi kirli sarı renkte olduğundan yıkansa da temiz-
lik hissi vermez, oynamayı öğrenmediğinden de kimseyi eğlendiremezdi. O güne kadar “Hoşt!”lara
alışmıştı; ilk “Kuçukuçu!”yu Osman’dan işitti.
Osman bir kabahat işleyip yâd illere düştüğü zaman bu köpek gibi sokaklarda (…), neşe yüzünü unut-
muştu. Ona da her uzandığı kapı aralığından dilini anlamadığı adamlar “Hoşt!”a benzettiği keskin
bir kelimeyle haykırıyorlar, elinde gezdirdiği kâğıt çiçeklerle Kulhüvallahi yazılı tabaklara bakmadan
tersyüzü geri çeviriyorlardı. Bu çiçekleri viraneler arasında yapıyor, bu tabakları bostan kıyılarında
yazıyordu.
(…)
Bir akşam, çit kenarında sırtüstü yatmış, kafasından neler geçtiğini fark etmeden düşünürken, ken-
disine birinin baktığını sezdi. Başını kaldırıp etrafını aradı. Bir ufak köpeğin yaşlı gözleriyle karşılaş-
mıştı. Acıdı: “Kuçukuçu!” diye çağırdı. Köpek başını yana eğdi; bir kulağını dikmiş, öbürünü aşağıya
sarkıtmıştı. O güne kadar işitmediği bu tatlı sözün manasını anlamaya çalışıyor, anladığına da inan-
mıyor gibiydi. İşte iki bahtsız böyle tanıştılar.
(…)
Osman bir memleketten bir memlekete geçerken köpeğini yollarda, kâh yürütüyor, kâh koltuğunun
altına alıyordu. Yormaktan korkuyordu; ölüverir diye korkuyordu. Uyurken yanında nefesini nefe-
sine uyduran bir dert yoldaşından gene mahrum, gene tek başına kalmaktan korkuyordu; çilesine
katlanıyordu. Çok defa aç, daima yurtsuz ve yolcu, böyle iki yıl geçti. Osman’ın bütün kurduğu hülya
bir kulübesi olmak ve akşam dönünce köpeğini kapısının önünde bekler bulmaktı. Bazen iş çıkı-
yordu, köpeğini hanlarda bırakıyor, fakat büyük köpeklerin parçalaması ihtimaliyle gününü korkular
içinde geçiriyordu. Bazen de onu bir yerde bırakmadığı için işe gidemiyordu.
(…)
Zaman ikisini de gittikçe, birbirine benzetmişti. Kirli sarı renkte, sıska, mahzun, fersiz bakışlı, sırtları
kabarmış, tüyleri taras taras, çirkin ve lüzumsuzdular. Onun için de artık kasabalara uğramayarak
kırlarda yaşıyorlar, yavaş yavaş çöllere kayıyorlardı. Nihayet jandarmaların eline düştüler.
Kolları iple arkasına bağlı, Osman günlerce bir silahlı süvarinin önünde sıcak ovalarda yürüdü.
Köpeği çok geriden, daha ihtiyatlı ve ürkek peşi sıra gelmişti. Karakollarda beklenirken uzaklarda,
kayalar arasına saklanarak gözcülük ediyor, yola düşülünce meydana çıkarak, sinsi, toprak kabartıla-
rını siper tutarak, arkalarından geliyordu.
(…)
Osman serseri ve yabancı olduğu için daha güneydeki bir komşu ülkesine atılacaktı. Sınırı aşınca
köpeğine kavuşacaktı ya... Hep bu ümitle, ciğerlerinin söküldüğüne, sade dışardaki sıcaktan değil,
içinin ateşinden de eridiğine bakmayarak yürüyordu. Hasretin sona ermesi için hem de asker gibi,
dik ve intizamlı yürüyordu.
173