Page 361 - Türk Dili ve Edebiyatı 11 Beceri Temelli Etkinlik Kitabı
P. 361
Ortaöğretim Genel Müdürlüğü TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 11 178
6.ÜNİTE > Roman Kazanım A.2.14: Yazar ile metin arasındaki ilişkiyi değerlendirir.
Alan Becerileri: Okuma Becerisi Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
Etkinlik İsmi Eserim, Benim Aynam 20 dk.
Amacı Metin incelemesinden hareketle yazar-metin ilişkisini açıklayabilmek. Bireysel
Yönerge Aşağıdaki metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız.
(Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)
Acımak
(…)
Bir gün daireye geliyordum... Bir bahçenin kenarında üç kız çocuğu gördüm... Çantalarını bir bü-
yük taşın üstüne koymuşlar dertleşiyorlardı. Bu saatte sokakta dolaşmaları dikkatimi celbetti. Onları
evvelâ mektep kaçağı zannettim... Fakat öyle olsa beni görünce tabanı kaldırıp kaçmaları lâzım ge-
lirdi... Halbuki onlar uzaktan bana bakıyorlar hatta bir şey sormamı bekliyorlardı... Çağırdım, niçin
mektebe gitmediklerini sordum... Birisi “Gittik ama muallim hanım bizi mektebe sokmadı... Evimize
gönderdi.” dedi. Sebebini sordum. İkisi de daima mektebe geç kalırlarmış. Erken gelmelerini, ders
başladıktan sonra gelirlerse mektebe kabul etmeyeceğini söylemiş... Onlar yine gecikmekte devam
etmişler... Zehra da tehdidini icra etmiş... Çocuklara niçin muallim hanımın sözünü tutmadıklarını
sordum. Birisi “Annem hasta... Ben ev işlerine bakarım... Küçük kardeşimin yiyeceğini yediririm... Bu
işler bitinceye kadar vakit geçiyor.” dedi. İkincisi titiz bir çocuktu. Hiddetle kendini müdafaa etti:
“Ne yapayım efendim... Her sabah değil ya... Bazı gün erken geliyorum... Bazı günler de hava kapalı
oluyor... Anlamıyorum.” Bu mantık tuhafıma gitti. “Hava kapalı olursa geç gelmek mi lâzım kızım!..”
dedim. Çocuk hiç aklıma gelmeyen yerinde bir cevapla lâfımı kesti: “Hava kapalı olunca saati nereden
anlayayım?” Demek onun da evinde saat yokmuş... Üçüncüsü çok fakir kıyafetli fakat gayet edalı bir
kızdı... Sualime pek çok tereddütten sonra cevap verdi: “Efendim muallim hanım nalınla mektebe
gelme diyor... Benim yeni fotinlerim var ama ayağımı sıkıyor.”
Onun da derdi anlaşılmıştı. Zavallının da giyecek fotini yoktu. Yahut da anası bin zahmetle aldığı
fotini mektepte eskitmesine razı olmuyordu. Bu mesele üzerinde Zehra ile uzun uzun konuştuk, bir
türlü anlaşamadık. Bir vaka daha anlatayım. Bir gün başmuallim, talebeden Ferhunde isminde bir
kızın kaydını silmek mecburiyetinde olduğunu idareye bildirdi. Affedilmez bir kabahati varmış, ar-
kadaşlarından bir kısmının para ile vazifelerini yapıyormuş. Bazı hayır sahipleri Ferhunde’ye “Maarif
Müdürüne git... Rica et.” demişler... Kızcağız ağlaya ağlaya geldi... Kabahatini itiraf etti... Ailesi çok
fakirmiş. Sırf mektep kitaplarını ve defterlerini tedarik edebilmek için bunu yapmış... Çocuğun hali
bana dokundu. Zehra’ya rica ettim, sözlerimi hayretle dinledi: “Çocuklarımızı sahtekârlığa alıştıran
bir talebenin mektepte kalmasını istemenize şaşıyorum.” dedi. Mazeretini anlattım ısrar ettim. “Ola-
bilir.” dedi. “Fakat ben elime teslim edilmiş üç yüz çocuğun ahlâkından mesulüm... Müsaade ederseniz
ben sade bir muallim olarak çalışırım... Arkadaşlardan birini başmuallim yaparsınız... Çocuk da mek-
tebe kabul edilir.” Hâsılı Zehra’yı fikrinden döndürmek için sarf ettiğim emek boşa gitti. Kızlardan
bazıları ya aile terbiyesinin tesiriyle ya görenek neticesi olarak hafiflik ederler. Zehra onları kolera-
lı hastalar gibi derhal öteki çocuklardan ayırır ve kendilerine son derece huşunetle muamele eder.
“Kuşpalazına, kızamığa çiçeğe tutulanları umumun sıhhati namına nasıl arkadaşlarından ayırıyorsak
bunları da yine umumun manevî sıhhati için öyle ayırmak mecburiyetindeyiz.” der...
(…)
Biraz sonra Zehra mektep kapılarını kapattı misafirlerinin yanına geldi. Binanın sağ tarafında büyük
bir kestane ağacının altına armut biçiminde bir havuz yaptırmış kenarını çiçek saksılarıyla süslemiş-
ti. Maarif Müdürü ile arkadaşına birer kahve ikram etmek istedi oturdular.
Zehra otuz yaşlarında vardı. Ufak tef ekti. Fakat kuvvetli bir irade sahibi olduğu ve etrafındakilere
çok tatlı muamele etmekle beraber emretmeyi de bildiği anlaşılıyordu. Güzel değil; donuk esmer
359