Page 69 - Türk Dili ve Edebiyatı 11 Beceri Temelli Etkinlik Kitabı
P. 69
Ortaöğretim Genel Müdürlüğü TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 11 32
2. ÜNİTE > Hikâye Kazanım A.2.1: Metinde geçen kelime ve kelime gruplarının anlamlarını tespit eder.
Alan Becerileri: Okuma Becerisi Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
Etkinlik İsmi Kelimede Anlam 25 dk.
Amacı Öğrencilerin kelime hazinesini genişleterek kelimeleri farklı bağlamlarda kullanmalarını sağlayabilmek. Bireysel
Yönerge Aşağıdaki metni okuyunuz. Metinden hareketle soruları cevaplayınız.
(Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)
Ses
Bizi Beyşehir’den Konya’ya götüren kamyon, Barsakderesi dedikleri bir boğazda sakatlandı. Şoför ve
muavini motor kapaklarını açtılar. Oturdukları minderi kaldırıp onun altından çıkardıkları bir sürü
alet ve edevatı ortaya döktüler. Ondan sonra saatlerce süren bir tamir başladı.
(…)
Kamyonun durduğu yerin biraz ilerisinde, yolun kenarında iki çadır ve bunların etrafında birkaç kaz-
ma kürek ile bir el arabası vardı. Daha uzakta ise taş kırmakla ve kum taşımakla meşgul bir miktar yol
amelesi görülüyordu.
Güneş arkamızdaki sırta gömüldükçe, karşı taraftaki tepenin üzerine serpilmiş bulunan çam ağaçlarına
gitgide kırmızılaşan bir ışık yolluyor, vadiyi süratle artan bir loşluğa terk ediyordu. Serin bir ilkbahar
günü idi ve orta yerde akan küçük dere mırıltıya benzer seslerini duyurmaya başlıyordu. Yoldan birkaç
araba ve otomobil gelip geçti. Bizim kamyonun yanında biraz durdular ve şoföre bir şey lazım mı, diye
sordular.
(…)
Şoför ve muavini, üstleri yağ ve toprak içinde, yüzlerinden siyah terler damlayarak, bir kenara oturup
uzunca bir dinlenme yapıyorlardı. Yolcuların ekserisi bu gibi hadiselere alışık oldukları için, sadece
başlarını sallıyorlar ve sepetlerini, çıkınlarını açarak bir şeyler yiyorlardı. Bir müddet daha geçip, ortalık
adamakıllı kararınca şoför, yol amelesinden bir fener alarak yeniden işine koyuldu.
Biz yolcular, birdenbire çöken sükûtun içinde, olduğumuz yerlere uzanmış, kımıldamadan duruyorduk.
Arkamızda güneşin kaybolup gittiği tepenin ağaçları birdenbire mavimtırak ve soluk bir ışığa gömüldü.
(…)
Tam bu sırada, kekik kokuları ve ince çıtırtılarla dolu havayı hafiften gelen bir saz sesi titretti. Müzikle
uğraşan ve bir müzik mektebinde vazifesi olan arkadaşım doğruldu. Kaşlarını çatarak dinlemeye başla-
dı. Yol amelesinin çadırı tarafından gelen saz sesi, ustaca çalınan bir meyandan sonra, susar gibi oldu ve
bir erkek sesi o zamana kadar duymadığımız fakat bize yabancı da gelmeyen bir halk şarkısı söylemeye
başladı.
(…)
Yirmi yaşından fazla göstermeyen bir delikanlı çadırın önünde, yan yatırılmış bir el arabasının üstüne
oturarak saz çalıyordu. Başı göğsüne yatmış ve gözleri yere dikilmiş olduğu için çehresini tamamen
görmeye imkân yoktu.
(…)
Arkadaşım yanına sokularak sordu:
- Senin adın ne oğlum?
- Ali!
- Nerelisin?
- Sivaslıyım!
- Sazı nerede öğrendin?
- Ne bileyim? Küçükten beri çalarım.
- Söylemeyi?
- Onu da öyle... Sonra bir iki usta âşık yanında gezdim.
67