Page 67 - Türk Dili ve Edebiyatı 11 Beceri Temelli Etkinlik Kitabı
P. 67

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü                         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 11            31

             2. ÜNİTE > Hikâye             Kazanım A.2.1: Metinde geçen kelime ve kelime gruplarının anlamlarını tespit eder.
             Alan Becerileri: Okuma Becerisi  Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
             Etkinlik İsmi                         Kelimelerin Gücü                              25 dk.
                       Kelimelerin anlam değişikliklerini, metnin yazıldığı dönemden yola çıkarak günümüzdeki kullanımlarıyla karşı-
             Amacı                                                                               Bireysel
                       laştırarak kelimeleri farklı bağlamlarda kullanabilmek.
              Yönerge  Aşağıdaki metni okuyunuz. Metinden hareketle soruları cevaplayınız.
                     (Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)

                                                       Ceviz
             On beş günden beri köyden köye dolaşıyoruz. Yorgunluk bir taraftan, gönlümüzdeki hüzün öbür taraf-
             tan, âdeta nihayeti yok bir gurbet ve sürgün yolunda gibiyiz. Bu gamlı seyahat günün birinde nihayete
             erecek mi? Buna hiç ihtimal vermiyoruz…  Felaketle, meşakkatle, zahmet ve elemle o kadar haşır neşir
             olmuşuz ki açlık ve susuzluk gibi şeyler bizi artık korkutmuyor... Birlikte taşıdığımız nevaleler çoktan
             tükenmiştir; uğradığımız izbelerde ise yiyecek bulmak kabil değildir. Böyle, manen bozgun, yılgın ve
             bedenen bitkin bir hâlde, bir akşamüstü, altı saat mütemadiyen yol aldıktan sonra bir köye varıyoruz...
             Acaba hiç üstü kapalı bir ev, bir dam altı bulamayacak mıyız? Ne gezer! Atlarımızdan inip kendilerine
             bir kovuk arayan kurtlar gibi dolaşıyoruz; her yere, her köşeye başvuruyoruz; ikide bir kül veya bir
             toprak yığınının yahut da bir duvar bakiyesinin üstüne çıkıp etrafa bağırıyoruz: “Yahu, kimseler yok
             mu? İşte biz, kim bilir kaçıncı defa böyle yüksekten bağırdığımız sırada idi ki taş yığınlarının arasından
             dokuz on yaşlarında bir çocuk başı göründü ve uzun bir müddet bizi hayretle, korku ile seyrettikten
             sonra yavaş yavaş, ağır ağır, bir yaşlı adam ağırbaşlılığıyla bize doğru ilerlemeye başladı.

             “Çocuğum, sen burada yalnız mısın?”
             Kafasını iki defa yukarıya doğru salladı: Hayır, dedi,
             “Dedemle ablam ta şuracıkta...” “Köyde başka kimse yok mu?” Çocuk etrafına bakındı:
             “Hep gittiler, hep gittiler...” dedi. “Yani, burada üstü örtülü sağlam kalmış bir ev yok mu?”
             Bu sualimiz üzerine köylü yavrusu hiç unutamayacağım bir tebessümle gülümsedi, bir çırpıya benze-
             yen kolunu sol tarafta bir yere uzattı: “Aha, şurada bizim ev var!” dedi.
             “Haydi, göster bakalım sizin evi!.. Çocuk önümüze düştü, kırk elli adım ötede kısmen toprağa gömül-
             müş, ini andıran bir odaya vardık. Birçok paçavra kümeleri arasında büzülüp oturmuş  iki insan, bir
             müddet, hiç seslerini çıkarmadılar, neden sonra ihtiyar titrek bir sesle: “Hoş geldiniz, buyurun!”  dedi.
             O vakit içimizden biri: “Baba, kusura bakma, sizi rahatsız ettik. Uzun yoldan geliyoruz, çok yorulduk,
             geceyi şöyle böyle yanınızda geçirmeye müsaade edin.” dedi.
             İhtiyar:  “Burada mı, nasıl?” dedi. Dedik ki: “Ne olur babacığım, biz de Müslüman’ız, sizin dertlerinizi
             dinlemek ve hâlinize bir çare bulmak için on beş yirmi günden beri buralarda dolaşıyoruz. Bir gececik
             büzülüp kalırız. Hem de size, sizin köye dair konuşuruz. İhtiyar, eliyle yanındaki kadını gösterdi: “İşte,
             bu biliyor, bu anlatsın.” Bu söz üzerine, üstünde oturduğu paçavra yığınlarından hiç farkı olmayan ka-
             dın, ilk defa olarak başını çevirip bize baktı. Yüzü taze ve güzeldi, henüz çocukluktan çıkmış bir genç
             kız olduğuna hiç şüphe yoktu.
             (...)

             Derhâl maksadının ne olduğunu anladık ve evvelden neticesini keşfettiğimiz feci macerasını dinlemeye
             başladık. Lakin, nasıl oldu bilmem?
             İçimizden biri, birdenbire bir kadın gibi ağlamaya başladı. Ve hepimizin gözleri sulandı. O zaman ih-
             tiyar adam genç kızın omzunu dürttü: “Yeter, gayri yeter! Efendinin yüreğine dokundun.” dedi. Bu
             hareketi ve bu sözü asla unutmayacağım.
             Bu felaket ve sefalet ortasında, hayatın bu kadar cevrini görmüş ve iki ayağı birden çukura girmiş bu
             ihtiyarın kalbindeki bu büyüklük ve bu merhamet kabiliyeti nereden geliyordu? Ben bunu düşündü-
             ğüm sırada bir de baktım ki ayakta duran küçük çocuk odanın diğer bir köşesine sokuldu, yere eğildi,
             orada bir müddet bir şeyler aradı; sonra, küçücük avuçları cevizlerle dolu bize doğru geldi; hiçbir şey
             söylemeksizin cevizleri önümüze bıraktı; tekrar gitti, yine iki avucu dolu olarak geldi, onları da önümü-
             ze boşalttı. Biz, bir susan kıza, bir başı titreyen ihtiyara, bir de karşımızdaki kabahat işlemiş bir insan
             vaziyetiyle, mahcup ve muhteriz duran çocuğa baktık: “Yavrum, bu cevizler ne olacak?” dedik. Çocuk


                                                                                                    65
   62   63   64   65   66   67   68   69   70   71   72