Page 106 - Türk Dili ve Edebiyatı 12 Beceri Temelli Etkinlik Kitabı
P. 106
Ortaöğretim Genel Müdürlüğü TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 12 51
2. ÜNİTE > Hikâye Kazanım A.2.13: Metni yorumlar.
Alan Becerileri: Okuma Becerisi Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
Etkinlik İsmi Sessizliğin Sesi 25 dk.
Amacı Metindeki açık ve örtük iletileri, metinle ilgili tespitlerini, eleştirilerini, beğenisini metne dayanarak ifade edebilme. Bireysel
Yönerge Metni okuyunuz. Aşağıdaki soruları okuduğunuz metin çerçevesinde cevaplayınız.
(Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)
Sessizliğin İlk Sesi
(…)
Sessizlik şimdi durduğu yerde, bu boşlukta asılı kalamaz. Sessizlik de ağar, yeni bir şeye dönüşür; ses-
sizlik sesini er geç duyurur. Uzun yaz gecelerinin boğuntulu dinginliğinde büyüdüğünü duyuran bir
tohumun sesi gelir, sessizliğin kapısını vurur, onu uyarır. Yaşamaya perdelerini indirmiş, kapılarına da-
yak vurmuş bütün evleri dürtükler; karartılmış sokakları, viran bağları, türküsüz, kahkahasız bahçeleri
diriltir, camları zorlar. Sessizliğin doğurduğu ilk ses er geç soluğunu üfürür, bir damarın hiç vurmamış,
bir suyun hiç akmıyormuş gibi durmasını engeller; ona yeni bir kıpırdanmayı taşır. Bu kıpırdanma he-
men nerdeyse işitilir.
(…)
Babası yine sedire uzanıp orada kaybolmuş, annesi sık sık iç çekerek çorapları yamıyor. Bu evde hep
aynı saatlerde hep aynı şeyler oluyor.
Ansızın dışarıdan, bahçeden kardeşinin sesini duydu: “Koş, çabuk koş! Şu karpuza bak!”
İğneyi eline batırdı. Bunda bile hemen hemen bir serüven, bir yaşama tadı var. İğneyi eline batırma-
sıyla istemeden ağzından fırlayan “Ayy” sesi bile sessizliğin boynuna takılmış bir çıngırak gibi çekici,
sevindirici, kıvanç verici. O iğne eline batmamıştı ki. Bu “Ayy” sesi her tür gürültüden, her tür yaşama
sevincinden korunmuş odanın can damarına batmıştı.
İrkilen sessizlik gibi gömleği de odada bırakıp dışarı koştu. Kapı eşiğinde birden yıldızlarla dolu gök-
yüzünü gördü. Başını kaldırıp yukarı bakmayı tümden unutmuş muydu, yoksa bu ışıklı gökyüzü epey
öncelerden bu yana ilk kez kente, bahçeye, onlara böylesi yakın gelmişti?
Durgun gecede yıldızların çıtırdadığını duydu. Taşlar birbirine sürtülerek kıvılcımlanıyor, üstüste kib-
ritler çakılıyor, karanlık sokaklara, dar caddelere, karartılmış pencerelere ışıklar yağıyordu. Erkek kar-
deşinin bir karpuz kökünün başında, yüzükoyun yattığı yerden hiç kıpırdamaksızın kendisini çağırdı-
ğını unuttu. Eşikte, ancak doğanın onlara sunduğu aydınlığa, salt gökyüzünde rastlanabilen lunapark
ışıklarına, oradaki uzak sevince bakıp kaldı. Yıldızlarla dikilmesi gerekli gömlek arasında bir yerde
durdu.
İçi yosun tutmuş havuzdan bir kurbağa sıçradı. Kardeşinin kendisini çağırmış olduğunu o zaman
anımsıyor. Yine de kurbağanın ne yana sıçradığını görmeye çalışıyor; yıldızların otları yeterince aydın-
latıp aydınlatmadığını bilmek istiyordu. O sıra kardeşinin sesini yanı başında duyuyor. Kırgın, küskün
bir ses:
“Kaçırdın.”
“Neyi?”
“Karpuzun büyüme sesini işte!..”
“Otlara bakıyordum. Daha doğrusu gökyüzü…”
“Geçen ay diktiğimiz karpuzun yanına hiç uğramıyorsun.” Kırgınlıktan öte, belli bir hırçınlıkla konu-
şuyor şimdi: “Ürünü fındık büyüklüğünde olmuş. Yarın ceviz kadar olacak. Sonra portakal kadar…
Büyüdüğünü duyuruyor. Durmadan nasıl büyüdüğünü gözle seçemezsin, ama sesiyle duyabilirsin. Bu
bahçede duyabilirsin. Sense nasıl büyüdüğünü hiç dinlemiyorsun. Hep içerdesin…”
(…)
105