Page 22 - Türk Dili ve Edebiyatı 12 Beceri Temelli Etkinlik Kitabı
P. 22

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü                         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 12            9

             1.ÜNİTE> Giriş  Kazanım A.4.5: Metindeki anlatım biçimlerini, düşünceyi geliştirme yollarını ve bunların işlevlerini belirler.
             Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi  Alan Becerileri: Okuma Becerisi

             Etkinlik İsmi                         Akıl ve Hayal                                     20 dk.
             Amacı      Metindeki anlatım biçimlerini ve düşünceyi geliştirme yollarını ayırt edebilme.             Bireysel

              Yönerge  Aşağıdaki metni okuyunuz. Metinden hareketle soruları cevaplayınız.
                     (Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)


                                           Felsefenin Aklı, Kurmacanın Hayali
               “Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.” Sene 1994. O vakitler dilimize pelesenk olan bu
               cümle, Orhan Pamuk’un Yeni Hayat kitabının açılış cümlesi. Hafızam beni yanıltmıyorsa, Yeni Ha-
               yat’la birlikte ilk kez yeni yayımlanmış bir kitap ana haber bültenlerine konu olmuş, reklamları dört
               bir yanı sarmış, edebiyat okuru olsun olmasın herkeste merak uyandırmış, “çok satan” kavramıyla
               tanışmamızı sağlamıştı. Kitabı okuyanlar, okumayanları biraz da hor görerek okumaları tavsiyesinde
               bulunuyor, fakat kitabın konusu sorulduğunda birkaç muğlak cümleyle geçiştiriyorlardı. Aşk, kitap,
               yolculuk, yeni bir hayata ve arayışa dair felsefi düşünceler… Peki, Yeni Hayat felsefi bir roman mıydı,
               yoksa okur konusu bir nebze de olsa belirsizlik taşıyan romanların felsefi öğeler barındırdığını dü-
               şünmek kolaycılığını mı âdet edinmişti?
               Aynı yıl, kitapçı raflarında -ve maalesef korsan tezgahlarında- Yeni Hayat’ın hemen yanında yer alan
               ve satış rakamları Türkiye’deki yayıncısını bile şaşırtan bir kitap daha çok konuşulmuştu. Norveçli
               yazar Jostein Gaarder’ın Sofie’nin Dünyası romanı ilk bakışta cüssesiyle insanın gözünü korkutan
               cinsten olduğu halde çok okunmuş, bazılarınca “felsefeyi basitleştirdiği” iddialarıyla küçümsenmiş,
               bazıları içinse en karmaşık görünen konuları kurgusu sayesinde akıcı bir dille anlatıverdiği için bir
               felsefe kılavuzu olmuştu. Neredeyse bütün felsefe tarihini, on beş yaşındaki kahramanı Sofie vasıta-
               sıyla adeta hap yapıp okura sunan bu roman yalnızca Türkçede değil, çevrildiği bütün dillerde mu-
               azzam satış rakamlarına ulaşmış, felsefenin bunca ilgi görmesi o zamanlar herkesi hayretler içinde
               bırakmıştı. Acaba bu romana felsefe sözlüğü de diyebilir miydik?

               (…)
               Felsefe ve edebiyatın ilişkisi nerede başlar? Sanırım anlatıda, yani dilde. Her ikisi de anlatısını ku-
               rabilmek için ortak dili kullanır, hem felsefe hem de edebiyat metinleri dil yapıtlarıdır. Felsefe bir
               dünya görüşü, düşünce, duygu ve hayata dair fikirlerin uçuşturulması olabilir; ama genel kanının
               aksine kavranması zor, gizemli ve çelişkili değildir; entelektüellerin ve “meczupların” tekelinde de
               değildir kuşkusuz. Edebiyat ise epey kaba bir tarifle duygu, düşünce ve hayata dair fikirlerin estetik
               ve sanatsal bir biçimde ifade edilmesidir. Her ikisi de müşterek kaynaklardan, hayattan, insandan,
               iletişimden, bireyin ya da toplumun deneyimlerinden, bilinçten, tarihten, kültürden ve bunların
               yansımasıyla ortaya çıkan soyut meselelerden beslenseler ve ifade aracı olarak ortak bir dili sistemli
               bir şekilde kullansalar da yöntem olarak farklılaşırlar. Felsefe daha ziyade genel ve kapsayıcı olanla
               ilgilenirken, edebiyat özel ve farklı olanın peşindedir. Felsefe yanılsamaları ortadan kaldırmaya çalı-
               şırken, edebiyat yanılsama yaratma peşindedir. Felsefe soyut ve somut kavramları berraklaştırmaya
               çalışırken, edebiyatın hiç de öyle bir derdi yoktur. Derrida’nın ifade ettiği gibi edebiyatı “insanın her
               şekilde her şeyi söylemesine olanak tanıyan kurgusal bir kurum” olarak düşündüğümüzde, felsefenin
               zorunluluklarının edebiyat için geçerli olmadığı sonucuna varabiliriz. Edebiyat, dili yalnızca estetik
               bir kaygıyla, çağrışımlarla, betimlemelerle kullanma özgürlüğüne sahiptir. Bilhassa kurmaca söz ko-
               nusu olduğunda felsefenin gerektirdiği akıl işin içinden tamamen sıyrılarak, yerini hayal gücüne ve
               bunun sağladığı özgürlüğe bırakır.
               Felsefecilerin ve edebiyatçıların iki alan arasında edebiyat eleştirisinden bağımsız bir ilişki kurma
               ve onu anlamlandırma çabaları yıllardır devam ediyor. Şimdilik edebiyatın bilindik felsefi tartışma-
               lar aracılığıyla elde edebileceğimiz kavrayışı sağlayıp sağlayamayacağı, dahası böyle bir yükümlü-
               lüğünün olup olmadığı konusunda bir uzlaşmaya varamamış olsalar da, edebiyatın okura olasılık-
               lar üzerine düşündürerek ve hayal gücünü teşvik ederek felsefi bir bakış açısı sağladığı konusunda
               hemfikirler. Amerikalı felsefeci Martha Nussbaum, edebî eserlerin toplumsal kavrayışı ve anlayışı
               geliştirdikleri için ahlak felsefesinin ürünleri olarak görülebileceğini savunmasına rağmen edebiya-
               tın bizi daha duyarlı, daha yeterli insanlara dönüştürmek için yeterli olmayacağını söylüyor. Felsefi
               kurmaca, tanımı üzerinde mutabakat sağlanamamış bir edebî tür olmasına rağmen, felsefi görüşleri
               konu edinen kurgu eserler genellikle bu kategoride değerlendiriyor. Bunu da pek çok alt türe ayırmak




                                                                                                    21
   17   18   19   20   21   22   23   24   25   26   27