Page 204 - Türk Dili ve Edebiyatı - 9 | Beceri Temelli
P. 204

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü                          TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 9        105

                                     Metindeki anlatım biçimleri ve tekniklerinin işlevlerini belirler.
             5.ÜNİTE > Roman    Kazanım A.2.9.
             Alan Becerileri: Okuma Becerisi  Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
             Etkinlik İsmi             ROMANDA ANLATIM TEKNİKLERİ VE OKUR                        30 dk.
             Amacı      Anlatım tekniklerinin roman için önemini kavrayabilmek.                  Bireysel


             Yönerge  Aşağıdaki metni okuyunuz ve soruları bu metne göre cevaplayınız.

                                                       HUZUR
                (...)

                Şehzade Camii'nin avlusundaki ağaçlardan büyük bir karga sürüsü koptu. Keskin bir çığlık ve made-
               ni şakırtılarla başının üstünden geçtiler. Açık fırından gelen taze ekmek kokusu bütün caddeyi sardı.
               Rayları tamir eden ameleler şimdi caminin önünde idiler. Asetilen hâlâ yanıyor, hâlâ o zengin Remb-
               randt (Rembrant) yaldızı yarı karanlığa doğru uzanıyor, yüzler, eller, vücutlar eritici aydınlıkta yutucu
               karanlık arasında ayrı ayrı perdelerde hüviyetlerini değiştiriyorlardı. Mümtaz, bu ellerin hareketlerini
               ve yüzlerin dikkatini bir daha hayran hayran seyretti.

               "Bizim semt" diye düşündü. Bütün çocukluğu bu cadde ile etrafındaki sokaklardan ona doğru geliyor-
               du. Bir mahallesi, bir evi, itiyatları, dostları olmak, onlarla beraber yaşamak ve onların içinde ölmek...
               Kendisine gelecek günleri için hazırladığı bu hayat çerçevesi bir türlü içine yerleşmedi. Zaten hiçbir
               düşüncesinde devam edemiyordu. Eşya, bütün verimler onda kendiliklerinden mevcuttu. Bir akis gibi
               çok kısa bir düşünce uyandırıyorlar. Sonra yerlerine başkaları geliyordu. Ne kadar zalim olursa olsun
               bir düşüncenin dehlizinde yolunu şaşırmanın hasretini duydu.

               Vezneciler'den geçerken ortalığın biraz daha ağardığını duydu. Bayezıt'a geldiği zaman set üstündeki
               kahvelerde hareket başlamıştı. Vakıa iskemleler hâlâ içeride üst üste yığılıydı, fakat işgüzar garsonlar
               sabah müşterileri için bir iki masa hazırlamışlardı. Bir tanesi Mümtaz'ı görünce adeta sevindi:

               — Buyurun Mümtaz Bey, çay şimdi demlenir, dedi. Fakat imtihan sabahlarının birden bu geriye dö-
               nüşü Mümtaz'da hiçbir akis yapmadı. Eliyle işim var gibi bir işaret yaptı. Caddenin Aksaray'a doğ-
               ru giden tarafında sabah yolcuları, gazete satıcılarının, simit ve poğaçacıların sesleri şehrin sabahını
               kurmağa başlamışlardı. Mümtaz, cami tarafına baktı. Bir güvercin sürüsü yere doğru süzüldü ve bir-
               denbire tekrar yükseldi. "Acaba neden korktular?" diye düşündü ve sualini sorar sormaz yine unuttu.
               Fakat henüz fikirlerin devamını hiç olmazsa yokluğu ile duyabiliyordu. "Bu imkânsızlık değil belki bir
               isteksizlik. Acaba her şeye böyle kayıtsız mıyım? Dünyayı bir daha kendimde kuramayacak mıyım?
               Bir daha hatıralar bende konuşmayacak mı? Yoksa kendi kontrolüm altında iken çıldırıyor muyum?
               Böyle göz göre göre..."

               Nöbetçi eczanenin kepenkleri hâlâ kapalıydı. Bir kadın hem elleriyle kepenkleri vuruyor, hem de
               ikide bir küçük delikten içeriye bakabilmek için ayaklarının üzerinde dikiliyordu. Elinde yolda gelir-
               ken buruşturduğu belli olan bir reçete kâğıdı vardı. Yorgun ve fakirdi. İkide bir "Ah Yarabbim" diyor,
               sonra tekrar içeriye kaymak ister gibi ayaklarının ucuna basıp içeriye bakıyordu. Nihayet eczacı geldi.
               İkisi birden reçetelerini uzattılar. Mümtaz ilaçlarını aldı. Bütün bunları son derece vuzuhla hiçbir sa-
               niyesini kaybetmek istemeyen bir adam gibi yapıyordu. Gerçekten de böyle idi. İlacı götürecek tarafı
               uyanıktı. O hiç şaşmıyordu. Onun dışında bütün zihni hayatı bir uykuya kaymak üzere olan insanın o
               iki had arasında sallanışıyla çalışıyordu; kâinata anında intibak eden ve objesini bir anda yakaladıktan
               sonra derhâl bırakan acayip bir mekanizma olmuştu. "Ne oluyorum?" diye bir daha düşündü. Muhak-
               kak ki dünya ile arasında şimdiye kadar tanımadığı bir perde vardı.

               (...)
                                                                                Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur




                                                                                                   203
   199   200   201   202   203   204   205   206   207   208   209