Page 202 - Türk Dili ve Edebiyatı - 9 | Beceri Temelli
P. 202
Ortaöğretim Genel Müdürlüğü TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 9 104
Metindeki anlatım biçimleri ve tekniklerinin işlevlerini belirler.
5.ÜNİTE > Roman Kazanım A.2.9.
Alan Becerileri: Okuma Becerisi Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
Etkinlik İsmi ROMAN VE ANLATIM TEKNİKLERİ 30 dk.
Amacı Anlatım tekniklerinin gerekliliğini kavrayabilmek. Bireysel
Yönerge Aşağıdaki metni okuyunuz ve soruları bu metne göre cevaplayınız.
KÜÇÜK AĞA
(...)
Topyeri ile Çobankaya'nın arasındaki Tekke Deresi'ni bir üçgenin tabanı gibi kapatan Taşoluk Sokağı
iki fırını, bir bakkalı, bahçeli ve iki, üç katlı evleri ile Akşehir'in gözde semtlerinden biri idi. Sokağın
tam ortasında Halıhane’nin büyük bahçesine dayanan bir çıkmaz vardı. Salihlerin evi bu çıkmazın sol
tarafında, en dipte idi.
Bir vakitler, üç kız ikisi oğlan, beş çocuklu bu ev, o devrin kendine mahsus varlık ve saadeti ile cıvıl
cıvıldı. Sonra kızlar gelin olup gittiler ve kendi alın yazılarını yaşamaya başladılar, oğlanlardan büyüğü
harbin daha ilk yılında Çanakkale’de şehit düştü. Öteki, babasının ölümünü Şam'da iken haber alan
Salih, işte şimdi, artık bir ihtiyar dulun sessizliği ve yoksulluğu ile dolan o evin kapısının önünde fay-
tondan iniyordu.
Salih arabadan köşe başında inmek istemişti. Fakat Ligor tembihliydi, kapının önüne kadar götürdü.
Üstelik Salih bu sokaktan böyle tek kollu, tek kolunda pis bir torba ile geçmek istemiyordu. Bu iş nasıl
olsa olacaktı ama ilkin verdiği bir korku vardı, bu da az şey değildi.
Bir eyvallah da Ligor'a çektikten sonra arabadan indi. Hiçbir tarafa bakmadığı hâlde bütün sokak
halkının pencerelere üşüştüğünden emindi. Atların nal sesleri buna yeterdi. Mühim olan ise karşı evin
penceresi idi. Acaba Raziye orada mıydı? Orada idi de Salih'in bu hâlini görünce içi fenalaşmış mıydı?
Bir dünya çöker de insanın içi fenalaşmaz mı? Nitekim Salih hastahanede kendine gelir gelmez ilk ola-
rak Raziye'yi hatırlamış ve "Bitti" diye düşünerek şarapneli bir kere daha yemiş gibi olmuştu.
Tahta kapının aşı boyaması yer yer dökülmüş, kanatları iyice kaykılmıştı. Fakat ucuna küçük bir kı-
zılcık dalı bağlanmış ip olduğu gibi duruyordu. Çekti onu. Kapı açıldı. Salih "Bismillahirrahmanirra-
him" diye mırıldandıktan sonra neşeli bir sesle bağırdı: "Ana ben geldim."
Taşlık hatırladığından daha serin, çok daha loştu. Karşıdaki bahçe kapısı aralıklı ve bu aralıktan tavuk
kümesi görünüyordu. Çil horoz, paçalı tavuk, Raziye adını taktığı kar gibi beyaz tombul ve takkeli
tavuk, sonra, başkaları... Onlar, elbette çoktan gitmişlerdi ama torunları da yoktu. Kümes bomboştu,
bırakılmış evleri andırıyordu.
Soldaki mutfağın kapısı ardına kadar açıktı. Ve mutfak da çoktan terk edilmiş gibiydi. Salih'in sesi
neşeyi artık büsbütün kötü taklit ediyordu:
“Ana, ben geldim diyorum sana.”
Kapıyı kapattı. Taşlık büsbütün karardı ve yukarı sofanın tahtaları hızlı hızlı gıcırdadı:
“Salih, Salih.. Salih'im.”
Bir kadının bu sesi çıkarabilmesi için ana olması, bir oğlunu şehit vermesi, dul kalması ve nihayet, son
oğlunu da işte böyle cepheden beklemesi gerekti. Ve insanın harbin ne demek olduğunu anlaması için
bu sesi işitmesi gerekirdi.
Ve bu sesi hiçbir ana bir ikinci defa tekrarlayamazdı, tekrarlamaya gücü yetmezdi. Onun da imdadına
gözyaşları yetişti:
201