Page 58 - Türk Dili ve Edebiyatı - 9 | Beceri Temelli
P. 58

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü                          TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 9          27

             2.ÜNİTE > Hikâye      Kazanım: A.2.8. Metinde anlatıcı ve bakış açısının işlevini belirler.
             Alan Becerileri: Okuma Becerisi  Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
             Etkinlik İsmi  METİNLERDE ANLATICIYI VE BAKIŞ AÇISININ İŞLEVİNİ NASIL BULURUZ?      25 dk.
             Amacı      Metinlerde anlatıcının özellikleri ile hâkim, kahraman ve gözlemci bakış açılarını öğrenebilmek, bakış açısının   Bireysel
                        anlatımı nasıl etkilediğini belirleyebilmek, anlatıcı ile yazarın düşünce yapılarını kavrayabilmek.
             Yönerge  Orhan Kemal’in “İki Buçuk” adlı hikâyesini okuyunuz. Aşağıdaki soruları metinden yola çıkarak
                     cevaplayınız.
                                                     İKİ BUÇUK
              İşte gene hiç sevmediği bir duruma düşmüştü! Bin kez söylemişti kendi kendine ki, “Dolmuşa bindiğim zaman
              değil, inerken parayı vereceğim bundan sonra!”
              Olmuyordu, olmuyordu Allah belasını versin. Bundan önce bir değil, beş değil, belki de on, on beş, yirmi sefer
              hep aynı duruma düşmüş, şoförle takışmıştı. En temizi, dolmuştan ineceği yere gelince, inmeden önce parayı
              vermekti. Bir süre öyle yapmıştı. Ama bu sefer, bu sonuncu sefer...
              Durak kalabalıktı. Birkaç kişi koşmuşlardı, çevik bir davranışla girivermişti arabaya. Solunda iki kişi. En sağday-
              dı. Yanındaki bozuk paraların en küçüğü iki buçukluk. Öteki müşteriler verince o da onlara uymuş, uzatmıştı
              iki buçukluğu. Şoför almış, ötekilerin iki buçuk, beşliklerinin üzerini vermiş, onunkini... Bu sırada en sağdaki
              inip, bir başka yolcu binmeseydi şoför herhalde paranın üstünü verecekti. Çünkü davranışı öyleydi. Ama yolcu
              “Cağaloğlu!” deyince, şoför yeni müşteriyle konuşmaya dalmış, iki buçuğun üstünü unutmuştu.
              Ne yapmalıydı şimdi? “Şoför efendi, iki buçuğun üstünü unuttunuz!” dese, şoför belki de, “Ne biliyorsun unut-
              tuğumu?” diye bozabilirdi. Bozmasa bile, dolmuş yolcuları şöyle bir bakarlar, içlerinden, “Amma da para canlısı
              ha!” gibilerden geçirebilirlerdi. Başkalarının onun hakkında böyle düşünmelerini istememekle beraber, bu türlü
              düşündüklerini belirtircesine yan yan bakmalarından nefret eder, cinleri tepesine toplanırdı.
              Sağındakine baktı: Koca burunlu, sarkık gerdanlının biriydi. Beyden değil de efendiden. Böyleleri ukala olurlar.
              Vara yoğa karışırlar. Tartışmaya can atarlar. Nitekim: “Şoför Efendi, iki buçukluğun üstünü unuttunuz...” dese,
              bu koca burunlu, sarkık gerdanlı adam o biçim, yan yan bakacaktı. “Ne bakıyorsun?” diye terslese, “Göze yasak
              mı var?” karşılığını alacağını iki kere iki dört eder gibi biliyordu.
              Adama yeniden baktı, sanki “Göze yasak mı var?” demiş gibi kızdı, içinden:
              “Var!” dedi.
              Sanki: “Yok canım?” karşılığını almışçasına öfkesi arttı. Gene içinden:
              “Canın yoksa nasıl yaşıyorsun?”
              “Aman ne bayağı espri. Evladım espri zeki insan harcı. Sense...”
              “Bense?”
              “Kaşalotun birisin be!”
              Tam bu sırada solundaki yolcu da inmek için şoföre seslenmişti. Araba durdu, solundaki indi. Solundakinden
              boşalan yere kaydı. Koca burun, sarkık gerdanlı da ortaya geçti. En sağa yeni bir yolcu. O da Cağaloğlu’ya gide-
              cekti. Tekliği uzattı. Şoför elli kuruşu omuzu üzerinden en sağdaki yolcuya uzattı. Şoför onun iki buçukluğunu
              sağlama unutmuştu. Bir ara:
              “Şoför efendi benim iki buçukluğun üstünü unuttun!” diyecekti vazgeçti. Adam belki de şöyle derdi:
              “Ne iki buçukluğu?”
              Kan tepesine sıçradı. Sanki şoför gerçekten bu karşılığı vermiş gibi sinirleri gerilmişti. İçinden: “Arabaya biner-
              ken verdim ya!” “Hatırlamıyorum.”
              “Nasıl hatırlamazsın? Yalan mı söylüyorum?”
              “Ben yalan mı söylüyorum?”
              “Biz bu meslekte senin gibi neler gördük.”
              O zaman, o zaman dayanamaz, çıldırırdı işte:
              “Beni onlarla mı kıyaslıyorsun yani?”
              Şoför belki de yarım sağla arkaya dönerdi:
              “Nesin ya? Hanım evladı? Dolandırıcıların hiçbiri dolandırıcılığı kabul etmez. Hele de, suratına atılır!”
              “Yani?”
              “Yani değil Panayot!”
              Evet, şoförle böyle takışsalar ne olurdu sonu? Karakola mı düşerlerdi?
              Birden gözü dikiz aynasına kaydı: Şoför adamakıllı sıkıydı. Alttan üstten inceltilmiş bıyığıyla da itin birine ben-
              ziyordu. Takışınca arabayı durdurup direksiyondan iner, yakasına yapışır, belki de bir kafa, bir yumruk...
              İçini çekti. Bu hiç de istenecek şey değil. Eli yüzü kan içinde, üstü başı toz toprak, karakola gitmek, şoförden da-
              vacı olmak... Üstelik sağındaki müşterilerle şoförün yanındakiler de herhalde şoförden yana olurlardı. O zaman
              şoför: “Bana hakaret etti Komiser Bey!” der, hakaretin şeklini anlatır, müşteriler de onu desteklerlerdi ki, hem
              iki buçukluğun üstü kalırdı, hem de şoföre hakaretten kovuşturma başlayabilir, astarı yüzünden pahalıya gelirdi.
              Onun için, vazgeçmeli, hatta iki buçuğun lafını bile etmeden, yeni elli kuruş vermeliydi şoföre. Besbelli, unut-
              muştu aldığı iki buçukluğu…



                                                                                                    57
   53   54   55   56   57   58   59   60   61   62   63