Page 74 - Türk Dili ve Edebiyatı - 9 | Beceri Temelli
P. 74
Ortaöğretim Genel Müdürlüğü TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 9 35
2.ÜNİTE > Hikâye Kazanım: A.2.13. Metni yorumlar.
Alan Becerileri: Okuma Becerisi Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
Etkinlik İsmi FARKLI BIR GÖZLE BAKALIM 20 dk.
Amacı Metni yorumlayabilmek. Bireysel
Yönerge Aşağıdaki hikâyeyi okuyunuz ve soruları cevaplayınız.
HASTA ÇOCUK
İki yaşından beri hastaydı. Karnı korkunç bir surette şişmiş, kolları, başı iskelet gibi kurumuştu. Ailesi son derece
fakirdi. Evde ondan başka dört çocuk daha vardı. Buna rağmen ilk hastalandığı zaman onu ihmal etmemişler,
aylarca Gureba Hastanelerine, dispanserlere, eczanelere, hâsılı, bedava veya ucuz hasta bakılan bütün yerlere ta-
şımışlardı.
Fakat, neticede hiçbirinden bir fayda gelmediğini, bütün emeklerin ve ilâç paralarının boşa gittiğini görerek onu
kendi haline bırakmışlardı. Ötekiler de evlâttı. Bunu kurtaracağız diye sapasağlam dört çocuğu ziyan etmekte
mâna yoktu.
Ne yapsınlar, bunun da alın yazısı böyle imiş! Bu halde yaşayacağı kadar yaşardı. Veyahut da belki günün birinde
iyi olurdu.
İnsan denen mahlukun bugünden yarına ne olacağına dair kimsenin bir şey bildiği yoktu ki…
Babanın para vermeden reyini almak için günlerce hastane kapısında beklediği bir büyük doktor ayak üstü:
— İlâçtan fayda beklemeyin, demişti, mümkün olduğu kadar çok güneş aldırırsınız, Allah’ın âlâ olduğu kadar da
bol ve bedava bir ilâcı…
Fakat belâya bakın ki, bu fakir mahallede bu ilâç da, doktorun zannettiği kadar bol ve bedava değildi.
Hasta çocuğu güzel havalarda sokağa çıkarırlar, kapının önünde bir eski ot minderinin üstüne uzatırlardı. Mini-
mini bir toprak testisi vardı ki – bebek oynar gibi bir vaziyette – daima kollarının, boynunun, yanağının üstünde
tutardı, ona edilecek hizmet, o da ara sıra, bu testiye su doldurmaktan ibaretti. Hasta çocuğun bundan başka bir
şeye ihtiyacı yoktu; ne yiyeceğe, ne de dünyanın her hangi bir zevkine ve eğlencesine…
Sokak, çocukla dolu idi. Bunlar mütemadiyen oynarlar, bağrışırlar, birbirlerini döverlerdi.
O, ne bu harekete, ne bu gürültülere, hiç alâka göstermez, daima kapalı gözlerinin çukuru sinekle dolu, başka bir
dünyada gibi dalgın dalgın yatardı. Bütün hayatı ara sıra testisini ağzına götürerek yana yana su içmekten ibaretti.
Küçükken pek dilli ve zeki bir çocuk olacak gibi görünmüştü. Hastalandığı zaman ancak iki yaşında olduğu halde,
büyük insan gibi konuşuyordu. Bu hal hastalıktan sonra da, sekiz on ay devam etmişti. Fakat sonradan hayatın
bütün alâmetleri gibi bu da yavaş yavaş sönmüştü. Şimdi dört seneye yakın bir zaman vardı ki, ağzından tek bir
kelime almak mümkün olmuyordu.
Bir gün, bu fakir ailenin başına umulmaz bir devlet kuşu kondu: Uzak bir memlekette ölmüş zengin bir dayıdan
miras yediler; halleri, vakitleri birdenbire düzeldi.
Ümitsiz bir didinmenin yorgunluklarından ve asabiyetlerinden kurtulan baba, dünyayı başka bir gözle görmeğe
başladı. Çocuklarına olan sevgisi yeniden canlandı ve tazelendi. Onları sokaktan alarak mekteplere yerleştirdi. Bu
arada hasta çocuğa karşı da yeni bir muhabbet ve vazife duygusu uyandı. Herkes, bu saadetten payını alırken, o
biçare için de bir şey yapmamak, son bir gayret göstermemek doğru olamazdı. Baba ve ana, çocuğu bu defa paralı
doktorlara götürerek daha itinalı muayeneler yaptırdılar.
Vaktiyle hastane kapısında ayaküstü güneş tedavisi tavsiye eden büyük doktor, bu defa muayenehanesinde çocuk-
la daha fazla meşgul oldu. Maalesef tıbbın şimdiki halde de elinden gelecek pek bir şey yoktu. Fakat hastayı daha
iyi yaşatmak ve maneviyatını tamir etmek suretiyle bir reaksiyon yapmaya çalışılabilirdi.
Daha iyi bir mahallenin daha iyi bir evine geçen aile, bununla da iktifa etmedi; çocuğu ayrıca tebdil-i havaya gö-
türdü. Fakat hasta, orada da eski sokak kapısındaki ot minderde olduğu kadar bedbaht ve sefil göründü.
Şimdi artık yiyecek boldu. Ne yazık ki onun dalgın ve cansız yatarken kurumuş elleriyle kucağında aradığı küçük
testiden başka bir şeye yine ihtiyacı yoktu.
Baba, azim sahibi bir adamdı. Bu çocuğu mutlaka bu dalgınlıktan uyandırmaya, bir şeye alâkadar etmeye karar
verdi. Onu iyi edemese bile biraz sevindirebilirdi ya…
Çocuğu güzel bir el arabasına bindirerek kırlarda, su kenarlarında dolaştırdılar. Etrafındaki değişikliğin farkında
olmadı.
Güzel, süslü elbiseler giydirdiler, çirkinliği onların içinde daha korkunç göründü. O, hiçbir şeye alâka göster-
memekte, hiçbir şey istememekte inat ettikçe babasının inadı da artıyordu. Adamcağız, türlü türlü oyuncaklar,
çalgılar, bebekler toplayıp getirdi: Nafile! Başını çevirip bakmıyordu bile…
Son ümit olan paranın da bir şey yapmadığını görünce, tekrar onu kendi haline bıraktılar. Oyuncaklar ve araba
kırıldı. O yine bir kapı önünde, kucağında küçük testisiyle güneşe karşı yalnız kaldı.
73