Page 70 - Türk Dili ve Edebiyatı - 9 | Beceri Temelli
P. 70

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü                          TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 9          33

             2.ÜNİTE > Hikâye     Kazanım: A.2.11. Metinde millî, manevi ve evrensel değerler ile sosyal, siyasi, tarihî ve mitolojik ögeleri belirler.
             Alan Becerileri: Okuma Becerisi  Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
             Etkinlik İsmi                    ANNE VE BABA FEDAKÂRLIĞI                           20 dk.
             Amacı      Metinde millî, manevi ve evrensel değerler ile sosyal, siyasi, tarihî ve mitolojik ögeleri belirleyebilmek.  Bireysel

             Yönerge  Tarık Buğra’nın “Oğlumuz” adlı hikâyesini okuyunuz. Aşağıdaki soruları cevaplayınız.

                                                        OĞLUMUZ
             Karım, belirmeye başlayan pencerenin önünde oturuyordu: Bütün geceyi orada geçirmişti.
             — Sen hâlâ yatmayacak mısın? dedim.
             Doğruldu. Kül rengi pencerenin önünde sadece bir gölgeden ibaretti. Fakat bu gölgede, beraber geçirdiğimiz
             yirmi küsur yılın her gününden bir şey vardı.
             — Ezan okunuyor, diye mırıldandı.
             Sesi bana hüzün verdi. Odamız bu dünyadan, duyguların erişemeyeceği kadar ötede gibiydi.
             Hareketlerinde ve yürüyüşünde, kabul edilmiş bir mağlubiyetin iç burkan sessizliği vardı. Mutfağa geçti. Onu
             sanki rüyada görüyordum: Mangala ve semavere kömür koydu; abdest aldı, sonra seccadesini sofaya sererek
             namaza durdu.
             Pencere iyiden iyiye aydınlanmıştı.
             Renksiz, sessiz ve serin kuşluk vakti: Yatağın ılıklığı, belirsiz duygular, düşünceden kaçış... Dalmışım.
             — Yahu...
             — Ne var?
             — Geldi.
             — İyi ya işte...
             Fakat mesele bu değildi: Karım beni kayıtsız buluyor ve üzülüyordu:
             — Bir şey söylemeyecek misin; bu üçüncü oluyor... Ha yahu: Ne yapacağız?
             Bilir miyim ben. Fakat ona:
             — Yarın bir şeyler yaparım, diyorum.
             Hangi yarın? Gökyüzü tatlı maviliğini bulmuştu bile. Gün, katılmak zorunda olduğumuz gün, başlıyordu. Karım
             haklı. Bunun üzerinde durmak lâzım. Oğlum yatağına daha yeni giriyordu. Ona, bu yaptığının ümitsiz bir isyan
             olduğunu anlatmalıydım. Yataktan, birdenbire fırladım. Karım telaşlandı:
             — Fazla sert davranma. Ne de olsa artık.
             Devam edemedi. Ona baktım: Gözleri allak bullaktı. Ah benim saz benizli, kır saçlı bebeğim.
             Çıkarken, omuzlarıma hırkamı koydu.
             Odası gündoğdu tarafındaydı. Pencereleri büyükçe bir bahçeye bakardı. Karşı evden kurtulmak üzere olan gü-
             neş, duvarları hafifçe pembeleştirmişti.
             Ve o, uyumuştu.
             Elbiselerini masanın üzerine atıvermiş, pijamasının ceketini giymemişti. Yatağının yanındaki sandalyeye
             iliştim. İçim bir tuhaftı. Ona bakamıyordum; fakat onunla doluydum: Tıpkı, çok eskiden bir defa daha oldu-
             ğu gibi: O zaman daha küçüktü; tifoya tutulmuştu, ateşi vardı, sayıklıyordu. O, şimdi bunu hatırlamaz ki...
             Karlı bir şubat gecesi doğmuştu. Babamın kucağına verirken bir tuhaftım. İsim ararken kamus bana ne ka-
             dar boş gelmişti. Ona, ışıl ışıl, kâinat gibi manalı bir kelime bulmak istiyordum. Sonunda Ömer dedik.
             Bu da ona yakışmıştı. Onu, tarihe girmiş bütün Ömerlerin başarı ve üstünlüklerine lâyık görüyordum.
             İlk gülüş... İlk diş, ilk kelime, annesine doğru, genç, güzel ve mutlu annesine doğru ilk adım.
             Sonra yedinci yaş, okula götürdüğüm gün ne kadar ağlamıştı: Sanki varlığına evden başka bir ortak kabul etmek
             istemiyordu. Fakat bu böyleydi işte: O da her oğul gibi sokak, okul ve çarşı arasında, her gün biraz daha bölünüp
             gidecekti. Önlenemezdi bu.
             Ve on dördüncü yaş: Hırçınlıklar, iştahsızlıklar... Bize yeni bir ortak daha, ortakların en yenilmezi. Karımın
             mağrur telâşları ve benim ilk endişem.
             Liseyi, daha sonra fakülteyi bitirdi. Bu arada, onu biraz daha iyi yaşatabilmek için, karım düğü-
             nünden kalma üç beşibirliği bozdurdu. Ve o, ilk aşkın rahatsızlığı ile sarsıldı, bizi de perişan etti.
             Böylece biz ona bütün bütün bağlanırken, dünyamız artık onunla sınırlanırken...
             “Sen bizden ayrılıverdin. Sevgimiz arttıkça sen biraz daha tedirgin oluyordun. Ben bunu anlıyordum: Sen bunda
             biraz da hürriyetine tecavüz buluyordun. Fakat annen...
             Ben biliyorum: Sen, artık odaların bu döşeniş tarzını, hatta bu evi beğenmiyorsun… Uçmayı öğrenmiş bir ser-
             çe yavrusu gibi, gözün başka dallarda. Senin düşündüğün, kim bilir ne cici şeydir. Bizi misafir edeceğin odayı
             da unutmamışsındır; buna eminim. Bu kadarı da bize… Bana yeter. Fakat annen. Bunu sen de seziyor, arada



                                                                                                    69
   65   66   67   68   69   70   71   72   73   74   75