Page 78 - Türk Dili ve Edebiyatı - 9 | Beceri Temelli
P. 78

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü                          TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 9          37

             2.ÜNİTE > Hikâye      Kazanım: A.2.13. Metni yorumlar.
             Alan Becerileri: Okuma Becerisi  Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
             Etkinlik İsmi                     TOPRAĞA YASLANMAK                                 20 dk.
             Amacı      Metni yorumlayabilmek, metindeki açık ve örtük iletileri anlayabilmek; metinle ilgili tespitleri, eleştirileri,   Bireysel
                        güncellemeleri ve beğenileri metne dayanarak ifade edebilmek.

             Yönerge  Recep Şükrü Güngör’ün “Benim Babam” adlı hikâyesini okuyunuz. Aşağıdaki soruları cevaplayınız.

                                                  BENİM BABAM
             Ardıç kokuludur babam. Tezek kokuludur. Onurludur. Kıt kanaat geçinir, geçindirir; ama asla el açmaz. İhtiya-
             cını belli etmez. Her eksiği giderilmiş gibi davranır. Neden böyledir babam? Böyle terbiye görmüş, böyle
             öğrenmiştir. (...)
             Okuma yazmayı askerde çözmüştür. Ama el yazısı benimkinden güzeldir.
             Babam, iyi kalpli babam.
             Alnında kırışmadık nokta kalmamış. Diken diken olmuş çehresinin her kırışığı; çizgisi bir çilenin, bir bit-
             kinliğin, yorgunluğun izini taşır ama sen onu dünyanın en zengin insanı bulursun. Öylesine cömerttir. 
             Ardıç köküne yaslanıp ovayı yalpıyıp gelen bakışları asırlık çilenin tahlilidir. Elinde daima bir çakı bulunur.
             Fidanları tımarlar, sebzelerin diplerine birer çöp dikiverir. Ağaçların fazla gelen dallarını temizler.
             Babam, çalışmaktan yorulmaz.
             Namazını ne pahasına olursa olsun, kılar. (...)  “Nerden kazandı toprağın adamı bunu?” diyeceksiniz. “Atala-
             rından tevarüs ettiği iman şuuru ve nasihat kültürü her zaman yazılı gelenekten güçlü olmuştur da ondan.”
             derim.
             Babam, çalışmanın fiilî dua olduğunu asla unutmaz. Her varlığın bir dille yaratıldığını benden çok daha iyi
             kavrar. Ağaçlarla, koyunlarla, tarlalarla, çapayla, orakla, tırpanla, kötenle, kayısıyla, dut ağacıyla konuşur.
             Onların ne dediğini anlar. Acıkmışlarsa gübre, susamışlarsa su verir. 
             Her yaprağın sesini, sözünü dinleyen, anlayan babam.
             Bölünmez bir huzur içinde yaşar tarlalarda. Ağaçlardan nasibine selâmet düşmüştür. 
             Çardağa oturdu mu, gözleriyle kirazlarını, dutlarını, incirlerini, elmalarını, cevizlerini sever babam. Din-
             lenmek için namaz vakitlerini seçer babam.
             Çocukluğumun kahramanı, gençliğimin cahili, bugünümün ise her şeyi babam. Meğer babamın varlıkla
             bağı ne kadar da güçlüymüş, ne kadar çok dil biliyormuş; meğer babam ne büyükmüş ve ben ona ne kadar
             muhtaçmışım!
             Babasız geçen günlerime hayıflanmamın bir manası yok. Geçen; geçti, gitti. Biz şimdiye bakalım.
             Her aradığımda neden camiye gitmiş oluyor babam?
             Babamın saati namaza göre. “Anne babam nasıl, ne yapıyor?” diye her sorduğumda:
             “Baban camiye gitti.” “Baban camiden yeni geldi.” “Baban camiye hazırlanıyor.” 
             İnsan camiyle ancak bu kadar hemhâl olur! Tatil günlerinde sılaya vardığımızda da, durum aynı. Sofra ku-
             rulur, tereyağlı bulgur pilavı buğu buğu kokar, naneli cacık iştahımızı açar. “Babam nerde?” “Camiden daha
             gelmedi.” Bekleriz. Babam camiden gelir, elini yıkar, kurular; sofranın bir köşesine ilişir, ev sahibi değil de,
             eve yeni gelmiş utangaç bir misafir gibi âdeta. İnsan da dünyada hep misafir değil midir? Pilav soğumuştur.
             Çocukların ağzı yanmaz. Çay gelir. Bir bardak. O da yarım. Çayı sevmez. Ona soğuk, içinde buzlar çalkanan
             ayran getirilir. Kocaman tasla. 
             Babam işte. Her şeyi farklı.
             Toprak adamı. Tarlaya vardı mı, toprağa öyle bir bakışı vardır ki, onu anlamak, okumak biz mürekkep yala-
             mışlar için zor. Kendisinin de, geldiği o toprağa döneceğinin farkındadır her an.
             Dertlerini, acılarını açmaz bize. Kendi kendine hesaplaşır hayatla, acıyla. İster ki, çocukları sadece huzurlu
             yaşasınlar. İnsanların derdine ortak olmak, derman olmak için çırpınır; ama asla lâf taşımaz.
             Bunca rüyadan, bunca hatıradan sonra babam tek ve yalnız, yolcu etti bizi tek tek. Kendi kaldı o uçsuz
             bucaksız ovalarda, bitmez tükenmez işin içinde. Bizden mutlu haberler bekleyerek vuruyor kazmasını ağaç-
             ların diplerine. İçin için gözyaşı döküyor gidişimize. Öğle yemeğini bir dutun gölgesinde yerken çakısını çı-
             karıp usulca kesiyor soğanını. Bir çoban mı olur, yoksa bir yolcu mu veya bir işçi mi; ayırt etmeksizin ortak
             ediyor azığına. Babam ki asla tek başına yemez yemeğini. “Halil İbrahim sofrasıdır.” demişler zamanında
             kulağına. O da onu kanun bellemiş, sofraya yalnız oturmamış bugüne kadar. 



                                                                                                    77
   73   74   75   76   77   78   79   80   81   82   83