Page 76 - Türk Dili ve Edebiyatı - 9 | Beceri Temelli
P. 76
Ortaöğretim Genel Müdürlüğü TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 9 36
2.ÜNİTE > Hikâye Kazanım: A.2.13. Metni yorumlar.
Alan Becerileri: Okuma Becerisi Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
Etkinlik İsmi İLK MEKTUP 30 dk.
Amacı Metindeki açık ve örtük iletilere ulaşabilmek. Bireysel
Yönerge Sait Faik Abasıyanık’a ait “Mektup” adlı hikâyeyi okuyunuz. Aşağıdaki soruları metne göre cevaplayınız.
MEKTUP
Ne desem yalan gibiydi. Selviler Arnavutköyü’ne doğru mırıldanıp dururdu. Bir taka İstanbul’a gider; bir yel-
kenli, böcek yüklü bize doğru gelirdi. Tepelerden, “Kırk katır mı istersin, kırk satır mı?” diyen, bir masal cezası
havası eserdi.
Rıhtımın kırık taşına oturmuştuk. Bulutlar yıldızlara bir şeyler götürürdü. Beklerdik. Masalımıza aydan çocuk-
lar gelecekti.
Sizi iskelenize bıraktıktan sonra, ikinci mevkide oturmuş, dünyada ilk yazıyı yazanı düşünüyordum!
Şiir, muhakkak ki yazının ta kendisi... Orman, deniz, çiçek, yemiş, böcek, kuş, güzel insan olur da, şiir olmaz
olur mu? Yazıdan evvel, sanırım, resim vardı. Yazı çok sonraları icat edilmiştir, diye bir şey söylemeyeceğim.
Beni âlim sanırlar da alay ederler! Yazı üzerine hiçbir deneme okumadım. Onun üzerine düşünmek istiyorum.
Demek söylemekten usandığımız, konuşmak istemediğimiz bir gün gizlice; -bakın bu gizlice kelimesini iyi bul-
dum- kendimiz hitap ettiğimizin yanında bulunmadan, sesimiz işitilmeden söylemek zorunda kalmışız. Bu iş
nasıl olur? diye düşünmüşüz. Yazıyı belki binlerce, milyonlarca insan okuyor. Ama yazı bunun için uydurulmu-
şa benzemiyor pek... Olamaz; ilk defa birçokları için yazmadık. Kendimiz olmadan, sesimiz duyulmadan, başka
birisine, bir tek kişiye bir şey söylemek için birtakım şifreler düşündük. Yazı sizin için yazıldı. Bu yüzden uydu-
ruldu. Bir türlü “Seviyorum!” diyemedik. Belki de ilk defa iki kol resmi, iki dudak resmi, sonraları kalbin biçi-
mini öğrenince onun resmine bir ok batırarak derdimizi dökmeye çalıştık. Baş başa, karşı karşıya çoktan riyakâr
olmuştuk. Daha samimi olmamız lazım geldiği zaman utandık. Bu utanmadan yazı doğdu. Baş başa konuşurken
ne kadar coştuk, neler söyledikse, o kadar da hataya düşüyorduk. Yalnız başımıza oturduğumuz zaman, kafamız
daha başka türlü işliyordu. Biraz evvel söylediklerimize pişman olmuştuk. Bak şimdi ne güzel düşünüyorduk.
Düşünmek; yazı, düşünmekten doğdu. Konuşurken düşünmüyor muyduk? Düşünüyorduk, ama hatalara düşü-
yor, bir türlü onaramayacağımız haltlar karıştırıyorduk. Sonradan ne kadar pişman oluyor; söylediğimiz, hırsla
söylediğimiz bir sözden ne kadar utanıyorduk.
Yazı daha hesaplıydı. Hatta yazıyla düşündüklerimizi, yeni baştan istediğimiz kadar düzeltebiliyorduk. O halde,
demek yazı, konuşmadan daha samimi değildir. Konuşurken elbet daha samimiyiz. Hem öyle, hem öyle değil.
Yalan söylemek lazım geldiği zaman kaleme kâğıda sarılanlar olabilir. Ama ilk yazıyı yazan adamın yalan söyle-
mek için yazdığını sanmıyorum. Belki olmayacak hülyalarını söylemiştir. “Ben yalnızken başka türlü düşünü-
yorum. Sen o söylediklerime aldırma! Onlar da yalan değildi ama, tashih edilmemiş şeylerdi. Bak bugün, dün
söylediklerimi yeni baştan düşündüm, düzelttim!”
Ah bu ilk yazıyı yazan adam! Bu ilk vesikayı bulsam; birçok şey öğrenebilirdim. Acaba iki kişi oturup birtakım
remizler mi düşündüler? Eğlence için mi bu işi yaptılar? Yoksa birinin bir derdi mi vardı?
İlk yazı bir erkekten mi kadına yazıldı, yoksa kadından mı erkeğe? Bana öyle geliyor ki, ayrı iki cins insan tara-
fından bir yazı ötekine gönderildi. Bu bir mektup muydu, yoksa bir şiir miydi? Galiba resimdi. Hem şiir, hem
resim, hem mektuptu. İki dudak resmi mi vardı? Yoksa iki kol birbirine mi sarılmıştı? İki işaretten mi ibaretti?
Yoksa, “Gel kızım” demek için uzun saçlı bir kadına bir adım mı attırıyor, bir küçük kulübeyi mi işaret ediyordu?
Küçük küçük çocuklar mı yapmıştı?
Ben, böyle bir ilk mektubun ağaç üzerine yazıldığını görüyor gibiyim. Yazanın da, okuyanın da heyecanı ben-
de... Bir erkek tarafından yazılmış diye kabul ettiğim bu mektubu okuyan kadın, ne kadar şaşırmıştır? Bu şifreyi
nasıl çözmeye çalışmıştır.
Ah bu ilk mektup! Bir elime geçse... Onu ben de size göndermek isterdim. Sizde, ilk yazıyı okuyan kadının he-
yecanı, sevinci canlanır mıydı? Ne gezer!..
Biz artık yazının canına okuduk. Onu nelere alet etmedik. İçimizin, beynimizin güzel, tashihli taraflarını söy-
leyemediğimiz, söylemeye sıkıldığımız, utandığımız, hem temiz, hem de güzel olduklarına inandığımız şeyleri
anlatmak için uydurduğumuz bu işaretleri, artık kepaze ettik.
Yalan söylemek için, birini aldatmak için, bir kötü fikri savunmak için kaleme sarılanlarımız oldu. Bak gör ki,
şu insanoğlunun elinde kala kala, yine hep güzelleri kaldı. Onun için yazı yazmaktan korkmamalı. Kötüsü üç
günlük, üç seneliktir. İyisi tarih olduğundan beri bize kalıyor. Kaybolan yalnız, sevgiliye yazılmış uydurulmuş
ilk mektup... Merak ettiğim hep o ilk ve en güzel yazı.
(Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)
Sait Faik Abasıyanık, Havuz Başı-Son Kuşlar, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1993.
75