Page 15 - Türk Dili ve Edebiyatı 11 | Kazanım Kavrama Etkinlikleri
P. 15
3 TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 11 Ortaöğretim Genel Müdürlüğü
ce... Biraz sonra göreceksiniz ya... Bu külüstür şehirde umulmayacak kadar güzel bir şeydir... Parasız
hiçbir şey olmaz, deriz... Esas itibariyle doğrudur... Fakat çalışan ve irade sahibi bir insanın parasız da
neler yapabileceğine bu mektepten güzel örnek gösterilemez... Meselâ badana dam cam tamiri filân
gibi şeyler için para veririz. Eteklerini beline dolar bu işleri kendi görür...
(…)
Yemek bitmişti. Mebus, dizlerine tırmanan bir kediyi okşuyor ona sofra artıklarıyle ziyafet çe-
kiyordu:
— Bunlar mektebin göze görünen kısımları dedi. Manevi ciheti nasıl acaba? Hayat beni biraz
reybî yaptı. Çok faal ve işgüzar görünen insanlardan daima bir parça şüphe ediyorum... Keza görü-
nüşü, gösterişi çok mükemmel olan müesseselere de pek emniyetim yoktur.
— Bu Zehra için sizi o cihetten de temin edebilirim. Çocuklarımıza verdiği terbiye de aynı dere-
cede temiz ve mükemmeldir. Bir kere çok müspet kafalı bir kadın... Hurafe ve hayal ile mütemadiyen
mücadele eder talebesine ancak ilmin en müspet hakikatlerini öğretir.
(…)
— Şu halde bu kızın kasabada birçok düşmanları olacak.
Maarif Müdürü kesik kesik gülerek cevap verdi:
— Zannettiğiniz kadar değil... En kötü insanlarda bile basit bir adalet mefhumu var. Bir suçu
yüzlerine vuran aynı suçu işlemişse kızıyorlar. Fakat temiz tanınmış bir insana infial ve kinlerinde
pek o kadar insafsız olmuyorlar. Zehra’nın hususi hayatında en küçük bir leke, ahlâkında en ehem-
miyetsiz bir zaaf gösterilemez.
— Mübalâğa ediyorsunuz.
— Katiyen hakikati söylüyorum.
— Siz ancak romanlarda tesadüf edilebilecek ideal bir kahramandan bahsediyor gibisiniz. İnsan
olsun da hiçbir zaafı olmasın?
Maarif Müdürü arkadaşının yüzüne bakıp gülerek:
— Böyle bir iddiada bulunmadım.
— Onda en ehemmiyetsiz bir zaaf gösterilemez demediniz mi?
— Evet...
—Şu hâlde?!...
Tevfik Hayrı gülümseyerek:
— Bir insan için zaaftan mahrumiyet de büyük bir zaaf değil midir, dedi.
— Paradoks yapıyorsun Tevfik...
— Bilâkis Allah’ın en sade bir hakikatini söylediğime kaniyim. Zehra’yı size ideal bir roman
kahramanı olarak tasvir ettim. Fakat dikkat ediniz ki “tam bir insandır” sözünü sarfetmedim. Şimdi
de size bu güzel madalyonun ters tarafını kendi görüş ve düşünüşüme göre tasvir edeyim. Doğruluk,
temizlik, fedakârlık hastalığı onda insanlığın en kıymetli bir kabiliyetini öldürmüştü: Acımak ka-
biliyeti... Zehra’ya hissiz bir kadın denemez... Bilâkis geniş bir ruhu var. Güzel, doğru, temiz şeyleri
çılgınca sevebilir; onlar için her fedakârlığı yapıyor. Fakat zaafa, düşkünlüğe, çirkinliğe acımıyor.
Sadece kızıyor, hırçınlaşıyor.
(…)
Tevfik Hayri’nin her zaman gülümseyen sakin çehresi garip bir heyecanla karışıyordu:
— Acımak... Ben insan ruhlarındaki derinliğin ancak onunla ölçülebileceğine kaniyim. Evet,
dibi görünmeyen kuyulara atılan taş nasıl çıkardığı sesle onların derinliğini gösterirse başkalarının
elemi de bizim yüreklerimize düştüğü zaman çıkardığı sesle bize kendimizi insanlığımızın derecesini
öğretir... Fikrimce yalnız doğruluk hastalığı bir hak ve hakikat meselesi, etrafında toplanmak kabi-
liyeti bir cemiyeti mesut etmeğe kâfi gelemez... Bunun için acımak, birbirimizin feryadını iniltisini
duyabilmek de lâzım... Yine Zehra’ya geliyorum... O şüphesiz çok mükemmel mahlûk, çok iyi mual-
lim... Fakat bu söylediğim eksiği tamamlanmadıkça hiçbir zaman istediğimiz muallim olmayacak...
Biliyor musunuz, bu fikrimi ben kendisine de daima söylerim...
14