Page 21 - Türk Dili ve Edebiyatı 11 | Kazanım Kavrama Etkinlikleri
P. 21
4 TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 11 Ortaöğretim Genel Müdürlüğü
cuk, babasının koluna dayanarak içeriye girerken, dışarıya ısınmış bir ilâç ve bozuk bir kan kokusu
çıkar, bekleyenlerin hisli genizlerini hafifçe ürpertir ve renksiz bir badana gibi, görünmeden, uzun
koridorun yüksek, çıplak duvarlarına sıvanır.
Yalnız Çocuğun Azabı
Ağaçların bile sıhhatine imrenerek yürürdüm.
Ben de onların arasındaydım ve onların arasında büyüğüm de yoktu. Yalnız bende meçhul bir
hastalık vardı, sekiz yaşımdan beri çekiyordum.
Ben de o muayene odasının ve nice muayene odalarının önünde senelerce bekledim. Benim
yanımda büyüğüm de yoktu. Yalnız başıma demir parmaklıklı kapıdan içeriye girerdim, dokuzun-
cu hariciye koğuşuna doğru ağaçların bile sıhhatine imrenerek yürürdüm, camlı kapıların garip bir
beyazlıkla gözlerime vuran ve içimde korku ile karışarak yuvarlanan parıltıları arasında o dehlize
girerdim ve yalnız başıma bir köşeye ilişirdim, kımıldamazdım, susardım, beklerdim, korkudan bü-
zülürdüm, rengimin uçtuğunu hissederdim.
İçinde Bir Şeyler Geçen Oda
O insan ki yüzünde bıkkınlıkla sebat mücadele eder.
Beyaz gömlekli, güçlü kuvvetli adam parmağıyla beni de işaret etti, yüksek sesle çağırdı.
Karanlık dehlizden beyazlıklarla dolu ve aydınlık muayene odasına girdim. Beyazlıklar ve ma-
denî parıltılar. Yedi senedir bu işin teferruatını iyi öğrenmiş olduğum için vakit kaybettirmemeye
mecbur, oturdum, soyundum ve sol dizimi çözmeye hazırlanan hastabakıcı kıza uzattım. -Dikkatim
her vakitki gibi ikiye ayrıldı: Bir taraftan, dizimdeki sargının açılmasına, öte taraftan ellerini yıkayan
operatöre bakıyordum. Yüzünde bıkkınlıkla sebatın kavgası var.
Hepsi konuşmadan, sür’atle işlerini yapıyor: Asistanlar deftere birşeyler yazıyorlar, camlı do-
lapları karıştırıyorlar, hastabakıcılar benimle meşgul ve tımarcı yerdeki kanlı pamukları süpürüyor.
Tıs yok. Arada bir madenî âletlerin tepsilerde çıkardıkları ince ve kırık sesler. Ve bir şırıltı, diğer
kokuları yenen bir iyodoform kokusu ve beyazlıklar: Beyaz duvarlar, beyaz demir masa, beyaz dolap-
lar, beyaz örtüler, beyaz sargılar, beyaz pamuklar, beyaz gömlekler...
Dizimdeki sargıyı çözüyorlar, her kat açıldıkça bacağım o kadar hafifliyor ki, sargı tamamiyle
çözüldükten sonra dizim uçuverecek, yerinde bulunmayacak sanıyordum.
(…)
Vücudum büyük bir korku ile öne doğru eğildi ve dizimin üstüne kapandı. Bana doğru gelen
operatörü görerek saygı ve utançla biraz doğruldum.
Yaklaştı:
- O! Sen misin? Ne var gene? Bacağın azdı mı?
Ellerini kalçasına koyarak yaranın açılmasını beklerken sordu:
- Fistülvar mı?
- Üç tane.
- Süpürasyon? Akıntı?
- Çok var. Her gün...
Bir çığlık kopardım. Yara açıldı. Operatör eğildi ve benim pek iyi anladığım vahim bir teşhis
yerine geçen mânalı bir sesle mırıldandı: “Hımm...”
Hava dokundukça, yaralı çıplak et derisiz gibi ürperiyor ve benden fazla korkuyordu.
Daha büyük acılara hazırlanıyordum. Her yaradan içeriye birer sonda girecektir ve kemikteki
çürüğe kadar dayanacaktır.
Asistanlar ellerinde parlayan madenlerle yaklaştılar. Dişlerimi sıktım ve gözlerimi kapadım. Çır-
pınmamak için tımarcı kollarımı, hastabakıcı kız başımı tuttu. Gene kıvranıyordum.
- Ben sana ne vakit ameliyat yaptım?
- İki sene oluyor.
- Bir daha lâzım.
Bir taraftan yaranın etrafındaki etlere parmağıyla basarak, öte taraftan bende korkunun uyan-
20