Page 59 - Türk Dili ve Edebiyatı 11 | Kazanım Kavrama Etkinlikleri
P. 59
13 TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 11 Ortaöğretim Genel Müdürlüğü
12. Türk edebiyatında Turan Oflazoğlu, Nurullah Ataç, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ziya Gökalp,
Ahmet Haşim, Necip Fazıl Kısakürek gibi isimlerle yapılan görüşmeler, mülakat türünün gelişme-
sinde önemli bir yere sahiptir.
Aşağıda Mustafa Baydar’ın, Nurullah Ataç ile yaptığı mülakattan bir bölüm verilmiştir. Bu bölü-
mü, okuduğunuz metnin (Turan Oflazoğlu ile Sohbet) dil ve anlatım özellikleri ile karşılaştırınız.
NURULLAH ATAÇ NE DİYOR?
- Sizde Türkçe kelimelere merak ne zaman ve nasıl başladı?
- Benim ekinim (kültürüm) Fransızca üzerine kurulmuştur. Fransızca kitaplar okuyarak düşün-
meğe alıştım. Bilirsiniz, Fransızlar bir kelimenin anlamı iyice bilinerek öğrenilmesine çok önem verir-
ler. Bir kelimenin anlamının iyice anlaşılması için de kökünün, nasıl kurulduğunun bilinmesi gerektir.
Bizim okullarımızda artık Arapça öğretilmiyor. Bunun için de Arapça kelimelerin anlamlarını iyice bi-
lemiyoruz. Bu yüzden Arapça kelimeleri kullanmaktan çekinmeye başladım. Öz Türkçe yazmak özeni
işte bende böyle doğdu. Yılını hatırlamıyorum. Ancak 1940’tan sonra başladığımı söyliyebilirim.
- Meselâ “mücadele”, “muharebe” ve “harp” kelimelerini sadece “savaş” ile karşılamaya çalışıyoruz.
Bu şekilde, kelimeler arasındaki anlam ayrımlarından yoksun kalınmıyor mu?
- Bunların arasında bir ayrım gözetmek gereksenmesi kendini gösterdikçe hepsine ayrı ayrı kar-
şılıklar aranacaktır. Ancak mücadele ile harp arasında bir ayrım vardır, diye yine mücadeleyi, harbi
saklıyamayız. Örneğin benim bugün kullandığım dil eski dilimden yoksuldur. Ama ama bu, Öz Türkçe
böyle kalacak demek değildir. Bize “Siz mücadeleyi, muharebeyi ayırmıyorsunuz” diyenler ikisine ayrı
ayrı karşılıklar aramamızı öğütledikçe biz onların dediklerini doğru buluyoruz. “Ayrı karşılık bulamaz-
sınız, bunun için mücadeleyi de, muharebeyi de atmayın” derlerse o zaman doğru bulmuyoruz.
- Peki tam Türkçe kelimeler bulunduktan sonra bu kelimeler atılsa…
- Olmaz öyle şey beyim. Bir insan elindeki eksiği, kötüyü büsbütün atmadıkça tamama, iyiye gide-
mez. Sizin söylediğiniz, insanları miskinliğe götürür. Ben mücadele tilciğini kullanmayı kendime yasak
edeceğim ki karşılığını arıyayım. Karşılığını bulduktan sonra atayım dersem ölür gider yine bulamam.
Sonra ben size bir şey söyliyeyim: Mücadeleye de muharebeye de savaş dersek ne olur? Söylediğim
anlaşılmaz mı sanki? “İnsan ekmek savaşındadır. Şu ulusla bu ulus arasında savaş vardır.” gibi iki sözde
savaşın birbirinden ayrı olduğu anlaşılmıyor mu? “Dün akşam saat 11’de bizim kapı çalındı.” dersem,
bizim evin kapısının sırtlanıp götürüldüğü kimin aklına gelir?
(…)
(Seyyit Kemal Karaalioğlu, Sözlü-Yazılı Kompozisyon Sanatı, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1992.)
58