Page 19 - Türk Dili ve Edebiyatı 11 | Kavram Öğretimi Kitabı
P. 19
Ortaöğretim Genel Müdürlüğü
Öğretim Programları ve Ders Kitapları Daire Başkanlığı TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 11 8
Kavram Öğretimi
2. ÜNİTE : HİKÂYE > Cumhuriyet Dönemi’nde Hikâye > 1940-1960 Arasında Hikâye
Kavram : Bireyin İç Dünyasını Esas Alan Hikâye
Genel Beceriler : Eleştirel Düşünme Becerisi
Alan Becerileri : Okuma Becerisi
Çalışmanın Adı UYUMSUZ 20 dk.
Çalışmanın Amacı Bireyin iç dünyasını esas alan hikâyelerin genel özelliklerini açıklayabilme.
Yönerge: Aşağıdaki metni okuyunuz ve balık kılçığı diyagramını inceleyiniz. Metinden ve diyagramdan
hareketle soruları cevaplayınız.
TESLİM
Trene daha bir buçuk saat vardı. Bütün kafile, istasyonun arkasında büfe vazifesini gören bakkal
kulübesinin hemen eşiğinde alçak iskemlelere oturmuşlar, içerde hazırlanan çayı bekliyorlardı. Hep-
sinin yüzünden son üç günün yorgunluğu akıyordu. (…)
Arkada, ellerinde kendileri için hazırlanmış yiyecek paketleri, bekleyen gençlerden biri üçüncü defa
olarak ona iskemlesini uzattı. Emin Bey teşekkür etti. Bu son dakikada yalnız kalacağını o kadar
çok iyi biliyordu ki. Hiçbir fikrini dinletemediği bu insanlar arasında kendisini lüzumsuz ve hatta
yabancı bulmaya başlamıştı. “Hayır,” dedi, “biraz gezinmek istiyorum…” (…) İskemleyi veren genç
adam, boş durmamak için olacak, yolluk paketlerinden birini, büyükçe bir sepetin içinden boynunu
uzatmış durmadan suni teneffüs hareketleri yapar gibi gagasını açıp kapayan bir baba hindinin önü-
ne doğru sürdü. (…)
Eliyle “Şimdi gelirim…” manasında bir işaret yaparak kafileden ayrıldı. Hiç kimse onu tutmaya ça-
lışmadı. (…) Adeta farkında bile değildiler. Hâlbuki onlara ne güzel şeylerden bahsetmişti. Sözlerini
dinleselerdi, kasaba beş on yıl içinde değişebilir, başka bir âlem olurdu. Fakat bunun imkânı yoktu.
Garın arkasındaki patikadan trenin köprüsüne doğru yürüdü. “Benim taşrayı anlamam imkânsız.
Hatta layıkıyla görmem bile imkânsız.” Çapaçulluğunun verdiği mahcupluk içinde hep deminki
hindinin imkânsız yüksekliklere doğru uzatmaya çalıştığı başını, zorlukla nefes alışını hatırlıyordu.
“Aralarında bu hayvan gibi garip, gülünç ve yabancıyım. Tıpkı o hindi gibi.” diyordu. “Nasıl onu
ancak sofrada yani kendisi olmadığı zaman tanıyorlar ve tadıyorlarsa, beni de öyle, kendilerine
benzediğim zaman, kendim olmadığım, kendimi ve düşüncelerimi inkâr ettiğim zaman seviyorlar.
Sofrada seviyorlar. Şaka ettiğim zaman seviyorlar. Ciddi işlerini artık benden gizliyorlar.” (…)
Daha ilk günlerde bu insanların kendisinden ve kendisine benzeyenlerden çok başka türlü bir ya-
radılışta olduğunu, kafalarında bir yığın gizli ve şaşmaz hesap bulunduğunu hissetmişti. Sırasında
ağır ağır, kelimeleri tarta tarta konuşurlar, sırasında bir hiçin etrafında saatlerce süren bir gevezelikte
kendilerini gizlemeyi bilirlerdi. (…)
Emin Bey bunları düşündükçe kendisi gibilerin ne kadar satıhta yaşadıklarını anlardı. Onların ha-
yatında her şey günlüktü. Burada ise herkes bütün ömrü boyunca, hiç şaşmadan, belki doğumundan
evvel hazırlanmış bir programa göre yaşıyordu. (…)
Ahmet Hamdi Tanpınar, Hikâyeler
(Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)
Kelime Dağarcığı:
baba hindi: İri ve iyi beslenmiş erkek hindi. çapaçulluk: Kılık kıyafete özen göstermeyiş. kafile: Birlikte hareket eden
topluluk. satıh: Yüzey. suni teneffüs: Yapay solunum. taşra: Bir ülkenin başkenti veya en önemli şehirleri dışındaki yer-
lerin hepsi, dışarlık. yolluk: Yolculuk sırasında yenmek üzere hazırlanan yiyecek, yol azığı.
17