Page 14 - Türk Dili ve Edebiyatı 12 | 2.Ünite
P. 14
2 ÜNİTE
Gözleri çakmak çakmak ona bakardı. Hoşgörmez bakışlarına karşın, babası gibi dedesinin de kendi-
siyle övündüğünü bilirdi. Dağ başlarına döne döne çıkan yolları, maviliklerde süzülen bir tepkili uçağı
ikisi de akıl etmemişti. O yolların dönemeçlerini ne de yumuşak alıyor kamyon!.. Kamyon kasası üstün-
deki bu yolları döne döne çıkan kamyon da çok süslüydü. Çiçek demeti gibi… Tepkili uçağın ardındaki
ak çizgiyi pamuksu bulutlar böler. Böylece, hevesle ovar parlatır, suları gümüşsu yansımalarla çıldırtır-
dı. Derken gözleri bulanır, sırtı ağrırdı. Şimdi, gözbebeklerine oturmuş bulanıklık aynı şey mi bilinmez.
Babası, fırçayı eline verirken:
“Gönlünce yap. Başka şeye kulak asma.” demişti.
Artık babası da yok. Kasa yapımında çalışan arkadaşı ise tepesinden hiç eksik olmuyor. Ne ki “Çiçe-
ğin göbeğini unuttun, mavinin dengesini kaçırdın.” demiyor. Daha küçükken işte bu kasa yapımına gir-
meden önceleri; sularına, karanfillerine duyduğu hayranlık eksile eksile bitmişti. Nicedir ak kanatlarını
şişirmiş bir kuğuya coşkuyla el çırpmıyordu.” Şuraya da bir yelkenli…” demiyordu. Dudağının kıyısında
aldırışsız bir gülümseme takılı oluyordu. O, önceleri bir gülümsemenin, süsleme işini küçümseme de-
meye geldiğini bilmiyordu. Aldırmıyordu. Her bir yanı renklere, ışınlara, biçimlere batmış bulanmıştır.
Boyaları kendisini savunur. Gönlünde yepyeni karanfiller uç verir. Taç yapraklarının kıpırdanışını, sap-
ların yumuşacık eğilişini, çağlayanların sesini değiştirir durur. Kaportacının “cık cık cık…” deyişlerini
işitmez.
Bir akşamüstü aynı biçimde karşısına dikilmişti. O ise derenin üstüne küçük bir köprü atıyor, köp-
rüyü ıslıklarla geçiyor. Ağzında bir türkü. Karanfillerse kulaklarının arkasına takılı. Dereyi, dolunayın
sulardaki şavkını onlarla taçlandıracak. Hazırdılar. Çerçeveyi çekecek, köşelere birer de yıldız kondu-
racak.
Kaportacı:
“Boşuna çaba.” dedi. “Boya, boya. Hepsi süsü için!”
İlkin şaşırdı. Onun kasa yapımındaki yorgunluğunu şurdaki serin sularla giderdiğini, içini dışını
ovup yıkadığını sanmıştı. Derken ürktü. Yüzüne bakmadı onun. Direndi. Karanfillerden birini kulak ar-
dından çekip resimli tahtanın üst başına kondurdu. Birini de henüz tomurcukta olanı, gönlünden çıkar-
dı, alt yana kondurdu.
Beriki kıs kıs gülüyordu. O, başını hiç kaldırmıyordu. Coşkusu yırtılır diye ürküyordu. “El değmiş coş-
kuya yama vurulmaz!” dedesinin sözüydü.
Kaportacı, bir başka gelişinde:
“İş mi bu senin yaptığın?” dedi.
“Kötü mü boyuyorum? Kuğular çirkin mi? Kuşlar ölü mü?
Yine başını kaldırmamıştı. Öteki yine güldü. Gülüşü hoyrat. Böyle, güle güle çekilip gitmişti. O da ku-
ğuları daha ak, kanatları daha parlak yapayım derken bozdu. İlk bozuşuydu. Arkadaşı giderken: “Bizim
atölyede tabancayı sıkarsın, bir saatte boyar geçersin koca bir kasayı” demişti. Aklı buna takılı kaldı. Gü-
neş biraz solgun doğdu. Keçi yolunun ucunda açan gül yaşlı oldu.
Bir de bayrak gerekliydi. Bayrağı nereye sıkıştıracağını bilemedi. Gönlünde karanfiller. Yine hazırda.
Yine ordan alınıp kulak ardına takılmayı, ordan da çekilip köşelere iliştirilmeyi bekliyor. O gün buna yü-
reklenemedi. Karanfilleri olduğu yerde bıraktı.
Kaportacı tanışı, bir başka gelişinde:
“Ne işe yarar bu çocuk resimleri?” dedi.
O da gönlündeki bir karanfile öfkeyle sarıldı, çekip alırken sapını kırdı. Fırçasını bir yana koydu:
“Nilüferli sularım, ayın şavkı vurmuş dağbaşlarım, bitmez yolları kısa etmeye yetmez mi?”
“Yolun daha kısası var.” dedi, beriki de. “Araba, kamyon sahiplerinin ise zamanı dar. Bak, gittikçe aza-
lıyorlar önünde kuyruk olmaya. Bizim atölyede çarçabuk teslim ediyoruz kasalarını. Niye beklesinler?
Bu işten murat tahtayı çürütmemekse!..”
Murat, tahtayı çürütmemek ha!.. Bu kadarcık mı? Nilüferli göller hiçbir şey demek değil mi? Sapları
tomurlu al al karanfiller?..
“Bu resimleri hâlâ seven sürücüler var.” dedi, sesi ölgün.
Çayır çimenleri, çimenlerdeki ak kuzuları boyamaya koyuldu. Öteki yine gülmüş, yine güle güle çeki-
lip gitmişti. O da gümüş suların aktığı ovaları daha iri karanfillerle çerçeveleyip bezedi. Sapların boynu
biraz büküktü. Şaştı. O gece, eli ayağına dolanarak dört bir köşeye altın sarısı birer yarım ay kondurdu.”
Gönlünce yap, başka şeye kulak asma!” Babasının sesiydi. O da başını kaldırdı, kuşkuyla baktı babasına.
48