Page 20 - Türk Dili ve Edebiyatı 12 | 2.Ünite
P. 20

2   ÜNİTE




                   Annesi hiç kıpırdamamıştı.
                   Uyumadığı belliydi. Bedeni rahat, gevşemiş değildi.
                   Annesinin ısıtan kokusunu duymak için iyice sokulmuştu sırtına. Geceyi dinlemişti uzun süre. Uyu-
                mak istemiyordu. İlk kez gecenin uzunluğunu öğrenmeye başlamıştı.
                   Sabah kalktığında kapı vuruluyordu.
                   Annesi yoktu.
                   Okul önlüğü, kalın iplik çorapları, yün hırkası düzenli iskemledeydi.
                   Dışarıdan vurulan kapının sesiyle uyandığını anlayınca kalkmış,
                   “Halidanım Teyze” diye seslenmişti.
                   Ev sahibi kadın helaya –aynı helayı kullanırlardı- kovayla su döküyordu.
                   Giyinip masanın başına oturmuştu.
                   Kış aydınlığı patiska perdelerden geçip köşeli, üşütücü yayılmıştı.
                   Okul çantasını alıp odadan çıkarken –hiçbir şey yememişti o sabah- gerisin geri dönüp iskemleye
                oturmuştu. Sonra da sessiz ağlamaya başlamıştı.
                   —Sen pekiyiyle bitirdin okulu. İlkokulu yoksul bir çocuğun pekiyiyle bitirmesi kolay iş değil. Parasız
                yatılı okullarına alıyorlarmış sizleri. Öyle dediler bana. Muhtarlıkta fakirlik ilmühaberi çıkarırken tanı-
                madığım bir kadın, “Ben de oğlumu zabit okuluna sokacağım, ama kefil istediklerini, bir malı rehin gös-
                termek lazım olduğunu söylediler, çaresizlendim hanımcığım,” dedi. “Mal kim? Biz Kim? Malımız olsa
                yüzsuyu döker miyiz el kapılarında?” Bizim için olmaz öyle şey. O kadın doğru bilmiyor. Hal kâğıdını al-
                dığım gibi çıktım. Kimselere de danışmadım hiç. Zabit okulları pahalıdır. Yok silahtı, yok zabit elbise-
                siydi di mi ya? Hem canım sormadım. Gerekmez de. Sen gir bugün imtihana, her sorduklarını çatır çatır
                bileceksin. Gerçi binlerce öğrenci katılıyormuş, aralarında yüz, yüz elli kişiyi alıyorlarmış. Gene de sen
                kazanacaksın, gör bak… Benim akıllı, uslu kızımsın. İsterlerse öyle mal mülk gibi bir şey, ben derim ki,
                ne demek? Benim kızım kalmaz sınıfta. Devlet masrafına ziyan vermez. Bunları okulun müdürüne, böy-
                le bir bir anlatırım. Hemen anlar. Hem canım o da bizim gibi bir insan. “Hiç şımardığı olmamıştır kim-
                seye. Bir gün bile çıtırtısı duyulmamıştır” derim. “Sanki o çocuk olmamıştır,” derim.
                   Yokuştan yukarı çıkarlarken sırt hamallarının yüklendiği kağıt topların üstüne doğru yağmur çisele-
                meye başladı.
                   Yumuşak bir haziran yağmuruydu.
                   Kızla annesi gerekmeden, karşıya geçmek için polisin arabaları durdurmasını bekliyorlardı.
                   Yağmurun yağışı hızlanmıştı.
                   İkisi de bu önemli gün için süslenmişlerdi. Anne boynuna ipek eşarp takmıştı, çocuk saçını ıslatıp
                taşlı tokasıyla toplamıştı.
                   —Korkuyor musun? Hiç konuştuğun yok sabahtan beri. Hadi hadi Salıpazarı’ndan bu taşlı tokanın eşi-
                ni alacağım sana. Sonra bizi tayin edecekler. Sen okulu bitirip öğretmen olunca, ben de çalışmam has-
                tanede. Beraber çıkar gideriz. Koltuklar alırız. Onlara çiçekli basma örtüler dikerim ben. Bir de kabul
                günümüz olur. Konukları ağırlamak için, eğer unutmadımsa, anasonlu galeta yaparım. Masraf kapısı ol-
                maz. Belki, bir de küçük halı alırız. Hasta pisliği dökmekten, koridorlarda koşuşturmaktan kurtulurum.
                Hele o lizol kokusu yok mu, içini üşütüyor insanın. Bir de hep ölümü düşünmek. Şöyle bir dağın eteğin-
                de olur gideceğimiz yer, benim kızım. Herkes İstanbul’da kalalım dermiş. Hepsini sordum bilenlere, öğ-
                rendim iyicene. Hükümet tabii seni alır. Biz İstanbul’u ne yapacağız? Bize bir ev, kışın kömürlüğümüzde
                odun-kömür gerek. Bir de mutfağımız olur değil mi? Eğer kefil falan derlerse, demezler ya, o kadının
                uydurması, oğluna güvenmemesi. Sormadım ordan buradan o işi. Sade sen öğretmen olunca n’olacak
                onları öğrendim. Biz nereye tayin çıkarsa oraya gideriz, di mi?
                   —Bu okulu kazanacakların hepsi de benim gibi yoksul çocukları mı, anne? Onu da öğrendin mi?
                   —Öyle ya, yoksul çocukları ki, parasız yatılı için imtihan oluyorlar.
                   —Öyleyse ben burayı kazanırım. Üzülme. Sınavı pekiyiyle bitiririm. Artık burada, arkadaşlarım olur.
                Haftada iki gün sen hastaneden, ben okuldan çıkıp eve döneriz. Sana da konuk günlerinde bakkal bis-
                küvisi alırım.
                   Sınavların yapıldığı okul karşı yöne düşüyordu.
                   Yeniden geçtiler caddeyi, ürke ürke.
                   Ara sokaktan yürüdüler. Yüksek bir duvarın yanındaki kapıda durdular.
                   Okulun öğrenci giriş kapısıydı bu.






                 54
   15   16   17   18   19   20   21   22   23   24   25